EISSN 2149-4975
Turkish Journal of Cardiovascular Nursing - Turk J Card Nur: 11 (26)
Volume: 11  Issue: 26 - Aralık 2020
RESEARCH ARTICLE
1.Blood Pressures may be Predictor of Cardiac Ischemia in Myocardial Perfusion Scintigraphy
Aykut Demırkıran, Elif Ijlal Çekirdekçi, Birol Topçu, Hatice Sümeyye Yavuz
doi: 10.5543/khd.2020.77699  Pages 105 - 110
Amaç: Kronik koroner hastalığı (KAH) olan hastalarda, düşük diyastolik kan basıncının (DKB) mortalite dahil olmak üzere olumsuz kardiyovasküler sonuçlarla ilişkilidir, ancak iskemi ile ilişkisi bilinmemektedir. Bu çalışmamızda düşük diyastolik kan basıncının (DKB) miyokard perfüzyon sintigrafinde (MPS) iskemi ile ilişkisi araştırıldı.
Yöntemler: Tüm hastalara tek gün TI-99m MIBI protokolü uygulandı. Kan basınçları işlemden hemen önce ölçüldü. Hastalar DKB değerlerine göre ≤75mmHg ve >75mmHg olarak iki gruba ayrıldı. 17 segment kullanılarak SDS (summed difference score) hesaplandı.
Bulgular: DKB ≤75 mmHg olan ve DKB>75 mmHg olan hastalar karşılaştırıldığında SDS değerlerinde anlamlı bir fark saptanamadı (sırasıyla 4.44±4.67 ve 4.65±4.70; p=0.657). Fakat sistolik ve diyastolik kan basınçları birlikte değerlendirildiğinde DKB ≤75mmHg ve SKB> 130mmHg olan hastalar ile DKB>75 mmHg ve SKB>130mmHg olan hastalar karşılaştırıldığında SDS (6.87±6.00 and 4.99±4.77; p= 0.015) değerleri anlamlı olarak farklıydı.
Sonuç: Adenozin ile yapılan stres miyokard perfüzyon sintigrafisinde 75 mmHg altında diyastolik kan basıncı ve 130 mmHg üzerinde sistolik kan basıncı birlikteliği iskemi için öngördürücü olabilir.
Objective: Low diastolic blood pressure (DBP) is associated with adverse cardiovascular outcomes in patients with chronic coronary disease (CAD), but its association with ischemia is unknown. Relationship between DBP and the myocardial ischemia in myocardial perfusion scintigraphy (MPS) was investigated.
Methods: Patients with chronic coronary artery disease who underwent MPS were included. One day stress/rest gated MPI with Tc-99m MIBI protocol was applied to all patients. Blood pressures was measured before MPI. Patients were divided into 2 groups as ≤75 mmHg and >75 mmHg according to DBP. The SDS were calculated using the sum of the 17-segment.
Results: The patients with DBP ≤75 mmHG and with DBP>75 mmHG were compared, there was no significant difference in SDS (4.44±4.67 and 4.65±4.70 respectively; p=0.657). Association of DBP ≤75 mmHg with SDS appeared to be primarily among those with SBP >130 mmHg. Patients with DBP ≤75mmHg and SBP >130mmHg had different SDS (6.87±6.00 and 4.99±4.77; p=0.015) between patients with DBP >75 mmHg and SBP >130mmHg.
Conclusion: Coexistence lower diastolic blood pressures (≤75mmHg) with higher systolic blood pressures (>130mmHg) could be a predictor of myocardial ischemia in patients who underwent adenosine stress MPI.

2.Determination of Hypertensive Patients' Perceptions of Illness
Zekeriya Karadağ, Yeliz Akkuş
doi: 10.5543/khd.2020.79664  Pages 111 - 118
Amaç: Bu çalışma hipertansiyon hastalarının hastalık algılarının ve etkileyen faktörlerin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır.
Yöntemler: Bu çalışma tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Çalışma bir ilçe Devlet Hastanesine başvuran 210 hipertansiyon hastası ile tamamlanmıştır. Veriler tanıtıcı bilgi formu ve Hastalık Algısı Ölçeği ile toplanmıştır.
Bulgular: Çalışmaya katılan hastaların yaş ortalaması 70.36±11.39, %40’ı okuryazar değil, %50’si erkektir. Hastaların Hastalık Algısı Ölçeği alt boyutları puan ortalaması süre akut-kronik 18.89±3.25, sonuçlar 19.86±4.72, kişisel kontrol 21.59±4.49, tedavi kontrolü 17.32±3.37, hastalığı anlayabilme 13.87±5.30, döngüsellik 13.33±3.49, duygusal temsiller 21.31±5.74 şeklindedir. Hastalık nedenleri boyutuna bakıldığında puan ortalamaları; psikolojik atıflar 23.71±4.26, risk etkenleri 24.92±5.85, bağışıklık 9.30±2.95 ve kaza ya da şans 5.31±2.02’tır. Fiziksel aktivite yapma ve hipertansiyon ilacını düzenli kullanma değişkenlerinin Hastalık Algısı Ölçeği alt boyutlarından süre akut-kronik ve sonuçlar” boyutunun, sigara kullanma değişkeninin risk etkenleri boyutunun düşük düzeyde anlamlı bir yordayıcısı olduğu saptanmıştır.
Sonuç: Sağlık bakım profesyonellerinin hipertansiyon hastalarının hastalık algısını belirlemesi, hastalığın kronik olduğu bu nedenle fiziksel aktivite yapma, ilacı düzenli kullanma ve sigarayı bırakma konusunda eğitim vermesi önerilmiştir.
Objective: The aim of this descriptive study was to determine hypertensive patients’ perceptions of their illness and the factors affecting them.
Methods: This study was a descriptive study. The sample consisted of 210 hypertensive patients of a district state hospital. Data were collected using a descriptive characteristics form and the Illness Perception Questionnaire (IPQ).
Results: The mean age of participants was 70.36±11.39 years. Of participants, 40 percent were literate, and fifty percent were men. Participants had a mean IPQ subscale score of 18.89±3.25 (timeline acute-chronic), 19.86±4.72 (consequences), 21.59±4.49 (personal control), 17.32±3.37 (treatment control), 13.87±5.30 (illness comprehensibility), 13.33±3.49 (causal factors), and 21.31±5.74 (emotional representations). As for the scale of the causes of illness, participants had a mean subscale “psychological attributions,” “risk factors,” “immunity,” and “accident or chance” score of 23.71±4.26, 24.92±5.85, 9.30±2.95, and 5.31±2.02, respectively. Adherence to medication and exercises significantly predicted the subscales of timeline acute-chronic and consequences at a low level, while tobacco use significantly predicted the subscale of risk factors at a low level.
Conclusion: Hypertension is a chronic illness. Therefore, healthcare professionals should identify how patients with hypertension perceive their illness and train them on adherence to medication and exercises and quitting smoking.

3.Determination of Anxiety and Depression Levels in Patients with Early-Stage Coronary Artery Disease Detected with Computed Tomography Coronary Angiography
Mustafa Ahmet Huyut, Betül Çetintulum Huyut
doi: 10.5543/khd.2020.76768  Pages 119 - 124
Amaç: Bu çalışmanın amacı kardiyoloji polikliniğine başvurup bilgisayarlı tomografik anjiyografi (BTA) ile erken evre koroner arter hastalığı (KAH) tanısı kesinleşmiş hastalarda anksiyete ve depresyon düzeylerini değerlendirmektir.
Yöntemler: Çalışmaya 46 BTA ile erken evre KAH tanısı alan hasta, 50 kontrol hastası olmak üzere ardışık 96 hasta dahil edildi. Tüm hastaların demografik özellikleri, fizik muayene bulguları, kardiyovasküler risk faktörleri ve laboratuar parametreleri kayıt edilerek Beck Anksiyete Ölçeği (BAÖ) ve Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) uygulandı. Sonuçlar %95’lik güven aralığında, anlamlılık p<0.05 düzeyinde değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya katılan olguların 49’u kadın (%51.04) olmak üzere, ortalama yaşları 35.86±14.91 yıl olarak bulundu. BTA grubu ile kontrol grubu karşılaştırıldığında BDÖ ölçeği puan ortalamaları arasında anlamlı fark saptandı (17.61±8.95’e karşı 9.88±7.77, p<0.001). Ayrıca vucut kitle indeksi (VKİ), yaş, sistolik tansiyon, BDÖ ve BAÖ puanları arasında pozitif yönde korelasyon olduğu bulundu. Yaş faktörü, çok değişkenli lojistik regresyon analizi ile erken evre KAH’ın bağımsız öngördürücüsü olarak saptandı (OR=1.45, %95 CI: 1.04-2.03, p=0.028).
Sonuç: BTA ile erken evre KAH tespit edilen hastalarda depresyon düzeylerinin daha yüksek olduğu görüldü.
Objective: The aim of this study is to evaluate the levels of anxiety and depression in the cardiology outpatient clinic patients diagnosed as early-stage coronary artery disease (CAD) by applying with computed tomography angiography (CTA).
Methods: In this study, consecutive 96 patients were included, 46 patients with CTA which were diagnosed with early-stage CAD, and 50 control patients. Demographic features, physical examination findings, cardiovascular risk factors, and laboratory parameters of all patients were recorded. In addition, participants were asked to fill the Beck Anxiety Inventory (BAI) and Beck Depression Inventory (BDI) questionnaires. The results were evaluated at the 95% confidence interval and the significance level at p<0.05.
Results: In the cases involved in the study, 49 (51.04%) were female and the average age was 35.86±14.91 years. BDI results were significantly higher in the CTA group compared to the control group (17.61±8.95 vs. 9.88±7.77, p<0.001). In addition, a positive correlation was found between BDI and body mass index, age, systolic blood pressure, and BAI results. The age factor was found as an independent predictor of early stage CAD with multivariate logistic regression analysis (OR=1.45, 95% CI: 1.04-2.03, p=0.028).
Conclusion: We have shown that depression levels can be higher in patients with early-stage CAD which were detected with CTA.

4.The Effect of Alternate Nostril Breathing Exercise on Regulation of Blood Pressure in Individuals with Hypertension
Gamze Uğur, Hilal Uysal
doi: 10.5543/khd.2020.92905  Pages 125 - 131
Amaç: Bu çalışmada, hipertansiyon tanısı olan bireylerin kan basıncının düzenlenmesinde alternatif burun solunumu egzersizinin etkisi değerlendirildi.

Yöntemler: Deneysel tipte olan araştırma, Ekim 2017-Mart 2018 tarihleri arasında bir eğitim ve araştırma hastanesi dahiliye polikliniklerine başvuran esansiyel hipertansiyonu olan hastalar (n=76) ile yürütüldü. Hastalar dahil etme kriterlerine uygun olarak deney ve kontrol grubuna ayrıldı. Deney grubundaki hastalardan (n=37) alternatif burun solunumu egzersizi, kontrol grubundaki (n=39) hastalardan sessiz oturma seansını iki hafta boyunca 15 dakika süreyle uygulamaları istendi. Her iki grubun klinik kan basıncı ölçümleri ilk ve ikinci hafta; evdeki ölçümleri ise iki hafta boyunca uygulama öncesi ve sonrası olacak şekilde planlandı ve uygulandı.
Bulgular: Araştırmada hastaların %72.4’ü kadın, %27.6’sı erkek, yaş ortalaması 52.4±6.9 bulundu. İlk ve ikinci haftanın sonunda yapılan klinik kan basıncı ölçüm sonuçlarına göre, ikinci hafta deney grubu ortalama SKB değeri kontrol grubuna göre yaklaşık 4 mmHg düşük bulundu (p<0.05). Deney grubunun evde ikinci hafta ortalama SKB değeri kontrol grubuna göre yaklaşık 3 mmHg daha düşük bulundu (p<0.05).
Sonuç: Bu çalışma sonucunda elde edilen bulgular ışığında alternatif burun solunumu egzersizinin farmakolojik tedaviye ek olarak uygulanmasının kan basıncını kontrol altına almaya yardımcı olacaktır.
Objective: In this study as a simple randomization method was aim to evaluate the effect of alternate nostril breathing exercise on regulation of blood pressure in individuals with hypertension.
Methods: The study was conducted between October 2017 and March 2018 with patients (n=76) with essential hypertension who visited the internal medicine outpatient clinic of a training and research hospital. The patients (n=76) were divided into experimental and control groups according to the inclusion criteria. Patients in the experimental group (n=37) performed alternate nostril breathing exercise and those in the control group (n=39) sat silently for 15 min/day for a period of two weeks. The pre- and post-intervention blood pressure of patients in the two groups was measured in the clinic at the end of the first and second week; the pre- and post-intervention measurements of blood pressure were performed at home daily for two weeks.
Results: The study included 72.4% female patients and 27.6% male patients; the mean age of the patients was 52.4±6.9 years. The mean systolic blood pressure (SBP) of patients in the experimental group measured at the clinic in the second week was approximately 4 mmHg lower than that of the control group (p<0.05). In addition, the mean SBP of patients in the experimental group measured at home in the second week was approximately 3 mmHg lower than that of the control group (p<0.05).
Conclusion: Alternate nostril breathing exercises in addition to pharmacological treatment may regulate the blood pressure in patients with hypertension.

5.Evulation of Medication Adherence and Affecting Factors in Inpatients with a Diagnosis of Cardiovascular Disease
Abdullah Avcı, Meral Gün, Semra Erdoğan
doi: 10.5543/khd.2020.09609  Pages 132 - 139
Amaç: Bu araştırmada kardiyovasküler hastalık tanısıyla yatarak tedavi gören hastaların ilaç tedavisine uyumları ve etkileyen faktörlerin belirlenmesi amaçlandı.
Yöntemler: Tanımlayıcı nitelikte olan bu araştırma bir üniversite hastanesinin kardiyoloji servisinde kardiyovasküler hastalık tanısı ile yatarak tedavi gören ve en az 3 aydır ilaç kullanan 176 hasta ile gerçekleştirildi. Araştırmanın verileri 13 Haziran-28 Ekim 2016 tarihleri arasında anket formu ve Morisky ilaç tedavisine uyum ölçeği kullanılarak toplandı. İstatistiksel analizler için sayı, yüzdelik, aritmetik ortalama, t-testi, One Way ANOVA, Levene testi, Shapiro Wilk testi ve Pearson korelasyon analizi kullanıldı.
Bulgular: Araştırma kapsamına alınan bireylerin %51.7’sinin erkek olduğu, çoğunluğunun çalışmadığı, yarısında ilave kronik hastalık olarak diyabet tanısı olduğu, yarıya yakınının beş kez ve üzeri hastaneye yattığı ve yaş ortalamasının 65.39±7.73 olduğu belirlendi. Hastaların yarıya yakınının yedi yıl ve üzeri, yarıdan fazlasının ise günde altı ve üzeri sayıda ilaç kullandığı ve ilaç uyum puan ortalamasının 4.78±2.03 (düşük düzeyde) olduğu saptandı. Ayrıca hastaların %40.9’unun reçete dışı ilaç kullandıkları ve reçete dışı ilaç olarak ise en çok analjezik kullandıkları belirlendi. Bu araştırmada hastaların sosyodemografik ve klinik özellikler açısından ilaç tedavisine uyum puan ortalamaları arasında önemli fark bulunmadı (p>0.05). Bu araştırmada hastaların çoğunluğunun ilaçları neden kullandıklarını bilmedikleri (en az bilinenler sırasıyla; kalp glikozitleri %10.6, beta-blokerleri %22.2, anjiotensin dönüştürücü enzim inhibitörleri %26.6) ve çoğunluğunun kullandıkları ilaçların yan etkilerini bilmedikleri (yan etkilerini bilme oranı en az olan ilaç grubu ise sırasıyla; kalp glikozitleri 0%, beta-bloker %7.7 ve ACEİİ %8.5, diüretikler %12.1) belirlendi.
Sonuç: Bu araştırmada kardiyovasküler hastalık tanısı olan bireylerin yarısının ilaç tedavisine düşük uyum gösterdiği, çoğunluğunun kullandıkları ilaçların etki ve yan etkilerini bilmedikleri tespit edildi.
Objective: In this study it was aimed to determine compliance to medication in patients receiving inpatient treatment due to diagnosis of cardiovascular disease and the affecting factors.
Methods: The descriptive study was conducted with 176 patients receiving inpatient treatment due to diagnosis of cardiovascular disease in the cardiology service in a university hospital and taking medication for at least 3 months. The study data were collected using the personal information form and Morisky Compliance to Medication Scale between June 13th-Occtober 28th, 2016. Number, percentage, arithmetic mean, t-test, One Way ANOVA, Levene test, Shapiro Wilk test and Pearson correlation analysis were used for statistical analysis.
Results: It was determined that 51.7% of individuals who were included in the study were male; majority of them were unemployed; half of them were diagnosed with diabetes as chronic additional disease; nearly half of them had been hospitalized for five times and above; and their age average was 65.39±7.73 years. It was found that nearly half of the patients used drugs for seven years or more, and more than half used six or more drugs per day and the mean score of the Morisk Medication Compliance Scale was 4.78±2.03 (low level). In addition it was determined that 40.9% of patients took unprescribed medication and they often took analgesics as unprescribed medication. In this study there was no significant difference between mean scores on medication compliance in terms of sociodemographic and clinical characteristics of patients (p>0.05). It was also determined that majority of patients did not know why they had to take medication (those known at minimum, respectively; cardiac glycosides 10.6%, beta-blockers 22.2%, angiotensin converting enzyme inhibitors 26.6%) and majority of them were not acquainted with the side effects of medications they took (those known at minimum, respectively; cardiac glycosides 0%, beta-blockers 7.7% and ACEII 8.5%, diuretics 12.1%).
Conclusion: In the study it was determined that half of individuals diagnosed with cardiovascular disease showed a lower complicance to treatment and majority of them were not acquainted with the effects and side effects of medications they took.

REVIEW
6.Nursing Care Based on Roy Adaptation Model in a Patient with Heart Transplantation
Eda Akyol, Özlem Ibrahimoğlu
doi: 10.5543/khd.2020.21043  Pages 140 - 148
Kalp yetersizliği; mortalite-morbiditesi yüksek olan ve yaşam kalitesini olumsuz etkileyen bir klinik sendromdur. Son yıllardaki teknolojik gelişmeler ile destek cihazların kullanılmasına rağmen prognozu kötü seyretmektedir. Kalp nakli; kalp yetersizliği hastalarında sağ kalıma olumlu bir etki göstermekte ve yaşam kalitesini arttırmaktadır. Nakil sonrası hastalar yaşamları boyunca düzenli aralıklarla izlenmeli ve bu hastalarda yaşam boyu izlem kuralları oluşturulmalıdır. Bu noktada hemşirelik bakımının amacı nakil sürecine uyumu arttırmaktır. Hemşirelik bakım planı oluşturulurken hemşirelik mesleğine özgü model ve kuramların kullanılması bakımı sistematize ederek ortak dil oluşturmaktadır. Aynı zamanda bakımın kalitesini arttırmaktadır. Roy Adaptasyon Modeli, hemşireliğin kavramsal temelinin tanımlanmasında ve hemşirelik bakım planının standardize edilmesinde yaygın olarak kullanılan bir modeldir. Roy’a göre insan; sürekli değişen çevresel uyaranlarla etkileşimde bulunarak çevresine uyum gösteren bir sistemdir. Kalp nakli sürecinde hem cerrahi girişime hem de ömür boyu sürecek olan tedaviye uyum göstermede hemşirelerin hastaya özgü olarak planlayıp uygulayacağı girişimlerin olumlu etkisi olacağı düşünülmektedir. Bu derleme kalp nakli yapılan hastanın hemşirelik bakımında Roy Adaptasyon Modeli kullanımını incelemektedir.
Heart failure is a clinical syndrome with high mortality and morbidity and negatively affects the quality of life. Despite recent technical developments in support devices, heart failure has a poor prognosis. Heart transplantation has a positive effect on survival and enhance the quality of life in patients with heart failure. After transplantation, patients should be checked at regularly throughout their lives and lifelong follow-up rules should be established for these patients. At this point, the purpose of nursing care is to increase compliance with the transplantation process. Nursing care plan based on using models and theories specific to the nursing profession creates a common language by systematizing care. It also improves the quality of care. Roy Adaptation Model is a widely used model in defining the conceptual basis of nursing and standardizing the nursing care plan. According to Roy, human is a system that adapts to its environment by interacting with constantly changing environmental stimuli. In the process of heart transplantation, it is thought that the interventions that nurses will plan and implement specifically for the patient will have a positive effect on adaptation to both surgical intervention and lifelong treatment. This review examines nursing care based on Roy Adaptation Model in a patient with heart transplantation.

CASE REPORT
7.The Use of Pender’s Health Promotion Model in A Case with Transcatheter Aortic Valve Implantation
Öznur Erbay Dallı, Serap Özer, Fisun Şenuzun Aykar
doi: 10.5543/khd.2020.05924  Pages 149 - 154
Ciddi aort stenozu bulunan ve açık kalp ameliyatı açısından risk taşıyan hastalar için önerilen Transkateter aort kapak implantasyonu (TAVİ); yaşam kalitesinde yükselme ve sağ kalımda artış sağlayan bir tedavi yöntemidir. Bu yöntem uygulandıktan sonra multidisipliner bir ekip anlayışının benimsenmesi, hastanın dikkatli ve bütüncül izlemi, yaşam şekli değişikliklerine uyum ve tedavinin başarısı açısından oldukça önemlidir. Multidisipliner ekip içinde hastalara birebir bakım veren hemşireler önemli bir yere sahiptir. Son yıllarda hemşirelik bakımı, bakımın sistematik ve etkili olmasına yardımcı olan kuram ve modeller çerçevesinde oluşturulmaktadır. Bu kuram ve modellerden biri de Pender’in Sağlığı Geliştirme Modeli’dir. Model ile hemşireler bireylerde sağlıklı bir yaşam şekli oluşturmak için davranışsal değişiklik yapmayı hedeflemektedir.
Bu makalede ileri derecede aort stenozu ve dispnesi mevcut olan altmış beş yaşındaki bir erkek hastanın Sağlığı Geliştirme Modeli’ne göre bakım yönetimi süreci ele alınmış ve modelin kullanımına yönelik bir örnek oluşturması amaçlanmıştır.
Transcatheter aortic valve implantation (TAVI), which is recommended for patients with severe aortic stenosis and risk for open heart surgery, is a treatment method that provides an increase in quality of life and survival. Adopting multidisciplinary team concept after this procedure is important for patient’s careful and holistic approach, adaptation to life changes and the success of treatment. Nurses who provide one-to-one care to patients have important place in multidisciplinary team. In recent years, nursing care has been established within the framework of theories and models that help systematic and effective care. One of these theories is Pender's Health Promotion Model. Nurses can aim to make behavioral changes to create a healthy lifestyle for individuals with this model.
In this article, the care management process of a 65-year-old male patient with advanced aortic stenosis and dyspnea is discussed according to model and aimed to set an example for the use.

OTHER
8.Nurse-Led Cardiac Rehabilitation Clinic: Experience in Malta Mater Dei Hospital
Sibel Sevinç
doi: 10.5543/khd.2020.04274  Pages 155 - 158
Kalp ve damar hastalıkları Ülkemizde ve dünyada mortalite ve morbidite açısından en önde gelmektedir. Kalp hastalıkları sonrasındaki kardiyak rehabilitasyon düşük maliyetli bir girişim olarak kabul edilmektedir. Bu girişim ömrü uzatır, tekrarlayan hastane yatışlarını ve sağlık harcamalarını azaltarak prognozu iyileştirir. Kanıtlar, hemşire olgu yönetimi ve hemşire-eşgüdümlü multidispliner korunma programlarının kardiyovasküler riski azaltmada olağan bakımdan daha etkili olduğunu ve çeşitli sağlık kuruluşlarının koşullarına uyarlanabileceğini göstermektedir. Bu makalede hemşire yönetimindeki kardiyak rehabilitasyon kliniği, Malta Mater Dei hastanesi örneği paylaşılmıştır.
Cardiovascular diseases are the leading factors in terms of mortality and morbidity in our country and in the world. Cardiac rehabilitation after an acute coronary event is considered a low-cost intervention; it improves prognosis by prolonging life while reducing recurrent hospitalizations and health expenditures. Evidence indicated that nurse case management and nurse-coordinated multidisciplinary prevention programs are more effective than usual in reducing cardiovascular risk and can be adapted to the circumstances of various health care facilities. In this article, a sample of Mater Dei hospital Nurse-Led Cardiac Rehabilitation Clinic in Malta is presented.

Quick Search

Copyright © 2024 Turkish Journal of Cardiovascular Nursing



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.