EISSN 2149-4975
Turkish Journal of Cardiovascular Nursing - Turk J Card Nur: 14 (33)
Volume: 14  Issue: 33 - April 2023
RESEARCH ARTICLE
1.Anxiety, Depression, Perceived Social Support, and Life Satisfaction in Mothers with Children in the Pediatric Cardiac Care Unit After Heart Surgery
Fatma Bozdağ, Öznur Başdaş
doi: 10.5543/khd.2023.17136  Pages 1 - 7
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, Çocuk Kalp Bakım Ünitesi'nde (PKYBÜ) çocuğu olan annelerin kaygı, depresyon, algılanan sosyal destek ve yaşam doyumu düzeylerini belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma, PKYBÜ’sinde çocuğu olan 211 anne ile yapılmıştır. Çalışma için etik kurul onayı, kurum onayı ve bireysel onam alınmıştır. Veriler; tanıtıcı özellikler formu, hastane anksiyete-depresyon ölçeği, aile ve arkadaşlardan algılanan sosyal destek ölçeği ve yaşam doyumu ölçeği ile toplanmıştır.
BULGULAR: Çocuğu kalp cerrahisi sonrası PKYBÜ'sinde olan annelerin; %29.9'u 26-30 yaş arasında, %35.1'i ilkokul mezunu, %85.3'ü ev hanımı ve %83.4'ü çekirdek ailede yaşamaktadır. Araştırmaya katılan annelerin çocuklarının; %35.6'sının yaşının ≥13 ay, %59.7'sinin erkek, %47.4'ünün pulmoner kan akımını artıran asiyanotik konjenital kalp hastalığına sahip olduğu ve %30.8'inin ameliyat öyküsünün bulunduğu belirlenmiştir. PKYBÜ'sinde çocuğu olan annelerin hem anksiyete hem de depresyonu orta düzeyin üzerinde yaşadıkları bulunmuştur. Annelerde kaygı arttıkça depresyon düzeyinin arttığı; kaygı ve depresyon düzeyi azaldıkça yaşam doyumunun arttığı; benzer şekilde algılanan sosyal destek arttıkça yaşam doyumu düzeyinin de arttığı saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: PKYBÜ'sinde çocuğu olan annelerin depresyon ve anksiyete açısından değerlendirilmesi önemlidir. PKYBÜ'sinde çocuğu olan annelerin yaşadıkları kaygı ve depresyon düzeylerini azaltmak için profesyonel destek verilmesi ve yaşam doyumlarını artıracak etkinlikler yapılması önerilebilir.
INTRODUCTION: The purpose of this study is to determine the levels of anxiety, depression, perceived social support and life satisfaction in mothers with children in the Pediatric Cardiac Care Unit (PCCU).
METHODS: The study was conducted with 211 mothers who had children in the of PCCU a hospital. Ethics committee approval, institutional consent and individual consent were obtained for the study. Data were collected through the introductory characteristics form, hospital anxiety-depression scale, perceived social upport from family and friends scale and life satisfaction scale.
RESULTS: Of the mothers whose children were in PCCU after heart surgery; 29.9% were between 26-30 years old, 35.1% were primary school graduates, 85.3% were housewife and 83.4% had a nuclear family. Of mothers' children in the study; 35.6% were ≥13 months, 59.7% were male, 47.4% had acyanotic CHD which increases pulmonary blood flow and 30.8% had surgery history. It was determined that mothers who had children in PCCU experienced both anxiety and depression above the moderate level. As anxiety increased in mothers, the level of depression increased; life satisfaction increased as anxiety and depression decreased; similarly, as the perceived social support increased, the level of life satisfaction increased.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Attention should be made to screening mothers of children in PCCU for depression and anxiety. It can be suggested that professional support should be provided in order to reduce the level of anxiety and depression experienced by mothers with children in PCCU and activities should be carried out in order to increase their life satisfaction.

2.The Evaluation of Self-Care After Discharge Following Varicose Vein Surgery
Burcu Şahbaz, Sema Koçaşlı, Atike Tekeli Kunt
doi: 10.5543/khd.2022.63634  Pages 8 - 16
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, venöz yetmezlik nedeniyle varis gelişen hastaların taburculuk sonrası öz bakımlarının değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma, bir hastanenin kalp ve damar cerrahisi kliniğine Şubat 2019-Mayıs 2019 tarihleri arasında venöz yetmezlik nedeniyle başvuran ve ameliyat kararı verilen, çalışmaya katılmayı kabul eden 101 hasta ile tamamlandı. Veriler hastalara ameliyat öncesi, ameliyat sonrası sıfırıncı gün ve taburculuktan bir ay sonra veri toplama formu, Öz Bakım Gücü Ölçeği ve Görsel Analog Skala kullanılarak toplandı.
BULGULAR: Hastaların yaş ortalaması 48,9 ± 12,6 yıl ve %71,3’ü kadındı. Ameliyat öncesi Öz Bakım Gücü Ölçeği puanlarının (98,7 ± 21,1) taburculuk sonrası puanlarından (91,8 ± 25,3) daha yüksek olduğu tespit edildi (p = 0,045). Hastaların %73,3’ünün gün içindeki aktivitelerini ayakta çalışarak geçirdikleri, %56,4’ünün daha önce varislere bağlı semptom yaşadığı saptandı. Hastaların taburculuk sonrası %24,8’i düzenli olarak varis çorabı giymediğini, %63,4’ü bacak elevasyonu yapmadığını ve varis çorabını yanlış giydiğini, %24,8’i uygun aktivi-teleri yapmadığını, %80,2’si ağrısının olduğunu ifade etti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Elde edilen veriler sonucunda venöz yetmezlik nedeniyle ameliyat olan hastaların taburculuk sonrası öz bakımlarının yetersiz olduğu tespit edildi. Bu nedenle hemşirelerin taburculuk sonrası eğitimlerde hastaların öz bakımlarını artırıcı bilgilere ağırlık vermesi önerilebilir.
INTRODUCTION: In this study, it was aim ed to evaluate the self-care of patients who had varicose vein surgery after discharge.
METHODS: The study was completed with 101 patients who applied to the Cardiovascular Surgery Clinic of a hospital between February and May 2019 for varicose vein surgery. Data were collected from patients preoperatively, on the 0th postoperative day, and 1 month after discharge, using the data collection form, Self-Care Agency Scale, and Visual Analog Scale.
RESULTS: The mean age of the patients was 48.9 ± 12.6, 71.3% of the patients were female. It was determined that the patients' preoperative Self-Care Agency Scale scores were higher than the postoperative scores. It was determined that 73.3% of the patients spent their day time activities standing up, 56.4% had a varicose problem before. Our results revealed that 24.8% of the patients did not wear the compression stockings continuously, 63.4% of patients did not elevate their extremities and were wearing the compression stockings wrong, 24.8% of the patients did not perform their exercises, and 80.2% stated that they had pain.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We conclude that self-care of the varicose vein patients following surgery after discharge is insufficient. For this reason, it can be suggested that nurses should focus on information that increases the self-care of patients in post-discharge training.

3.Investigation of the Use of Evidence-Based Practices in Preventing Venous Thromboembolism in Surgical Clinics
Kevser Karacabay, Veli Arslan
doi: 10.5543/khd.2022.14622  Pages 17 - 23
GİRİŞ ve AMAÇ: Araştırmanın amacı, cerrahi kliniklerde venöz tromboemboliyi önlemede kanıta dayalı uygulamaların kullanılma durumlarının incelenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlayıcı kesitsel türdeki araştırma, Ege Bölgesi’nde bir üniversite hastanesinin cerrahi kliniklerinde 01 Aralık 2019-31 Mayıs 2020 tarihleri arasında 300 hastanın katılımı ile gerçekleştirildi. Verilerin toplanmasında Tanımlayıcı Veri Formu ve Autar Derin Ven Trombozu Risk Tanılama Ölçeği kullanıldı.
BULGULAR: Hastaların ambulasyon süresi ortalaması 27,34 ± 16,13 saat, ölçek puan ortalaması 11,08 ± 3,79 olup, %57’si orta ve yüksek risk grubundadır. Düşük risk grubundaki hastaların %97,70’inin ilk 24 saatte, yüksek risk grubundaki hastaların ise %83,60’ının 24 saatin üzerinde ayağa kaldırıldığı belirlendi. Ameliyat sonrası dönemde hastaların tümünün ayak bacak egzersizlerini uyguladığı belirlendi. Düşük risk grubundaki hastaların %71,30’una yalnızca ayak ve bacak egzersizi yaptırıldığı, %28,70’ine ise egzersizlerle birlikte farmakolojik profilaksinin kullanıldığı belirlendi. Yüksek riskli hastaların %96,70’inde ayak bacak egzersizi ve farmakolojik profilaksinin birlikte kullanıldığı, %78,70’inde ise egzersiz ve farmakolojik tedaviye ek olarak dereceli kompresyon çorabının da kullanıldığı saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmanın gerçekleştirildiği kliniklerdeki tromboprofilaksi uygulamaları kanıta dayalı uygulamalarla paralellik göstermekte olup ambulasyon zamanı ortalaması yüksektir. Hizmet içi eğitimlerde erken ambulasyonun önemine yer verilmesi, ambulasyonda standardizasyonun sağlanması ve kliniklerde kanıta dayalı yaklaşımları içeren kontrol listelerinin kullanılması önerilmektedir.
INTRODUCTION: The aim of the study is to examine the use of evidence-based practices in the prevention of venous thromboembolism in surgical clinics.
METHODS: The descriptive cross-sectional study was conducted in the surgical clinics of a university hospital in the Aegean Region with the participation of 300 patients between December 1, 2019, and May 31, 2020. “Descriptive Data Form” and “Autar Deep Vein Thrombosis Risk Diagnostic Scale” were used to collect data.
RESULTS: The mean scale score of the patients was 11.08 ± 3.79, and 57% of them were in the medium- and high-risk group. The mean ambulation time of the patients was 27.34 ± 16.13 hours. All of the patients performed foot–leg exercises. Of the low-risk patients, 97.70% (n = 126) were ambulated in the first 24 hours, 71.30% (n = 92) only performed foot and leg exercises, and 28.70% had mechanical prophylaxis combined with pharmacological prophylaxis. It was determined that foot–leg exercise and pharmacological prophylaxis were used together in 96.70% (n = 59) of high-risk patients, and graduated compression stockings were also used in 78.70% of them.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Thromboprophylaxis practices in the clinics where we performed our study show parallelism with evidence-based practices, but the average ambulation time is high. It is recommended to include the importance of early ambulation in in-service training to standardize ambulation in clinics, and to use checklists containing evidence-based approaches.

4.Being on the Thorn: Senior Nurse and New Nurse Experiences in the Cardiovascular Surgery Clinic
Eda Ayten Kankaya, Aylin Durmaz Eder, Özlem Bilik
doi: 10.5543/khd.2022.87609  Pages 24 - 31
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmanın amacı, kalp damar cerrahisi kliniğinde işe yeni başlayan ve kıdemli hemşirelerin kliniğe ilişkin deneyimlerini ortaya koymaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kalitatif tanımlayıcı tipteki araştırma, bir üniversite hastanesinin kalp damar cerrahisi kliniğinde yürütüldü. Araştırmaya, klinikte bir yıldan daha az süreyle çalışan dört hemşire ve en az beş yıl çalışan beş hemşire dahil edildi. Veriler bireysel derinlemesine görüşme ile yüz yüze toplandı. Yazılı görüşmelerden tümevarımsal içerik analizi ile kavramlar ve ana temalar oluşturuldu.
BULGULAR: Hemşirelerin yaş aralığı 24-38 yıl arasında olup tamamı (n = 9) kadındı. Klinikte çalışma süresi 4 ay ile 15 yıl arasındaydı. Hemşirelerin bakım vermede yaşadığı güçlükler; fiziksel koşullardaki yetersizlikler, çalışan hemşire sayısında yetersizlik ve tükenmişlikti. Kıdemli hemşirelerin işe yeni başlayan hemşirelerle çalışırken yaşadıkları güçlükler; bilgi eksikliği, kuşak farkı ve hemşirelik rollerinde bağımlı hale gelmeydi. İşe yeni başlayan hemşirelerin deneyimli hemşirelerle çalışırken yaşadıkları güçlükler; psikolojik baskı hissetmek ve iletişim problemleriydi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kalp damar cerrahisi kliniğinde tüm hemşirelerin yaşadığı birçok güçlük vardır. Hemşirelerin motivasyonunun artırılması oldukça önemli olup örgütsel çözümler önem taşımaktadır
INTRODUCTION: To reveal the clinical experiences of the newly recruited and senior nurses in the cardiovascular surgery clinic.
METHODS: The qualitative descriptive study was conducted in the cardiovascular surgery clinic of a university hospital. Four nurses who worked in the clinic for less than 1 year and 5 nurses who worked in the clinic for at least 5 years were included in the study. Data were collected face to face through individual in-depth interviews. Concepts and main themes were formed from the written interviews with inductive content analysis.
RESULTS: The age range of the nurses was between 24 and 38 years, and all of them (n = 9) were female. The duration of the nurses working in the clinic ranged from 4 months to 15 years. The difficulties experienced by all nurses in providing care were inadequacies in physical conditions, inadequacy in the number of working nurses, and burnout. The difficulties experienced by senior nurses while working with newly recruited nurses were lack of knowledge, generation gap, and becoming dependent on nursing roles. The difficulties experienced by the newly recruited nurses while working with experienced nurses were feeling of psychological pressure and communication problems.
DISCUSSION AND CONCLUSION: There are many difficulties experienced by all nurses in the cardiovascular surgery clinic. Increasing the motivation of nurses is very important; organizational solutions are important.

5.Information and Practices of Surgical Nurses Regarding Venous Thromboembolia
Nurdan Gezer, Rahşan Çam, Ezgi Arslan, Büşra Şahin
doi: 10.5543/khd.2023.08108  Pages 32 - 40
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu araştırmanın amacı, yoğun bakım ünitelerinde ve cerrahi servislerde çalışmakta olan cerrahi hemşirelerinin venöz tromboembolizme (VTE) yönelik bilgi ve uygulamalarını incelemektir
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma, bir üniversite hastanesinde 2018 yılı haziran ile eylül ayları arasında kesitsel türde bir çalışma olup, cerrahi klinik ve yoğun bakımda görev yapan 145 cerrahi hemşiresi ile gerçekleştirildi. Araştırma verileri, hemşirelere ait demografik özellikler (14 soru), hemşirelerin VTE’ye yönelik bilgi (15 soru) ve uygulama (11 soru) durumlarını sorgulayan 40 soruluk bir anket formu ile toplandı. Verilerin değerlendirilmesinde; tanımlayıcı istatistikler ve ki-kare analizleri kullanıldı.
BULGULAR: Hemşirelerin %73’ünün VTE eğitimi aldığı, %48,3’ünün eğitimi üniversite derslerinden aldığı, %58,3’ünün aldığı eğitimi iyi olarak değerlendirdiği, %55,2’sinin klinikte VTE profilaksisi olarak farmakolojik ve farmakolojik olmayan yöntemleri birlikte kullandığı görüldü. Hemşirelerin VTE ile ilgili eğitimi aldığı yer ve çalışma süresi ortalamalarının, hasta ve/veya ailesine konu ile ilgili verilen bilgi durumlarını etkilediği tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: VTE ile ilgili daha önce eğitim alan hemşirelerin daha bilgili ve uygulamalarının doğru olduğu görüldü. Hemşirelerin VTE konusunda kapsamlı, planlanmış bir eğitime ihtiyacı olduğu söylenebilir.
INTRODUCTION: The aim of this study is to examine the knowledge and practices of surgical nurses working in intensive care units and surgical services regarding venous thromboembolism.
METHODS: The research was a cross-sectional study conducted in a University hospital between June and September 2018, with 145 surgical nurses working in the surgical clinic and intensive care unit. The research data were collected with a 40-question questionnaire that inquired about nurses’ demographic characteristics (14 questions), nurses’ knowledge about venous thromboembolism (15 questions), and their application status about venous thromboembolism (11 questions). In the evaluation of the data, descriptive statistics and chi-square analyses were used.
RESULTS: Of the nurses, 73% received venous thromboembolism training, 48.3% received education from university courses, 58.3% of them were evaluated as good, and 55.2% of them used pharmacological and non-pharmacological methods for prophylaxis of venous thromboembolism in the clinic. It was found that the place where the nurses received training on venous thromboembolism and the average working time affected the level of knowledge given to the patient and/or his family about the subject.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It was seen that the nurses who had previously received training on venous thromboembolism were more knowledgeable and their practices were correct. It can be said that nurses need a comprehensive planned training on venous thromboembolism.

6.The Adaptation of Chronic Heart Failure Patients to Medicine and Diet and Their Life Qualities
Tülay Demirci, Ilknur Metin Akten
doi: 10.5543/khd.2022.15010  Pages 41 - 50
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu araştırma, kronik kalp yetersizliği hastalarının ilaca ve diyete uyumlarını etkileyen faktörleri belirlemek, ilaca ve diyete uyumları ile yaşam kaliteleri arasındaki ilişkiyi değerlendirmek amacıyla tanımlayıcı olarak yapıldı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma, 19 Ekim 2015-19 Ocak 2016 tarihleri arasında Trakya bölgesinde bulunan bir eğitim ve araştırma hastanesi kardiyoloji ünitesinde gerçekleştirildi. Örneklemi, dahil edilme kriterlerine uyan 318 kronik kalp yetersizliği hastası oluşturdu. Çalışmanın verileri; Tanıtıcı Özellikler Bilgi Formu, İlaca Uyum Hakkındaki İnançlar Ölçeği, Diyete Uyum Hakkındaki İnançlar Ölçeği ve Kısa Form-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği kullanılarak elde edildi.
BULGULAR: Bulgular: Erkeklerde ve hastalığı iş yaşamını olumsuz etkileyen hastalarda ilaca ve diyete uyum hakkındaki inançlar ölçeği puan ortalaması yüksek bulundu (P <,05). Ayrıca, kalp yetersizliği ve yönetimi konusunda eğitim alan, hastalık, ilaçları ve yan etkileri hakkında yeterli bilgiye sahip olan ve ilaçlarını düzenli kullanan hastaların Diyete Uyum Hakkındaki İnançlar Ölçeği puan ortalamaları yüksek saptandı (P <,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç: Hastaların diyete uyum ölçeği engel alt boyutu ve diyete uyum ile yaşam kalitesi ölçekleri olan alt boyutlar arasında anlamlı ve negatif yönde çok zayıf ilişki olduğu belirlendi. Bu doğrultuda kardiyoloji hemşirelerine ve hastalara yönelik sağlıklı yaşam biçimi davranışları, ilaç ve diyete uyumun önemi konularında eğitim verilmesi önerilebilir.
INTRODUCTION: Objective: This study was applied as a descriptive study in order to indicate the factors affecting chronic heart failure patients’ adaptation to medicine and diet and to evaluate the relationship between adaptation and life quality.
METHODS: Methods: The research has been executed in Education Research Hospital Cardiology Unit in Trakya province between October 19, 2015, and January 19, 2016. A total of 318 chronic heart failure patients composed the sample. The data of the study were gathered by using Introducing Features Information Form, The Beliefs About Fidelity Integration Scale, Beliefs About Diet Compliance Scale, and Life Quality Scale.
RESULTS: Results: The mean score of the beliefs scale about the adaptation of medicine and diet was high (P <.05) in males and patients whose illness had a negative effect on their working life. In addition, the average scores of the Beliefs about Diet Compliance Scale of patients who were educated about heart failure and management; who had sufficient knowledge about illnesses, drugs, and side effects; and who regularly use their medicines were found high (P <.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Conclusions: It was determined that there is a very weak relationship in a meaningful and negative way between the patient's Diet Adaptation Scale barrier subscale and the Diet fit and the Quality of Life Scales subscales. In this respect, it may be suggested that cardiology nurses and patients should be educated on the importance of health lifestyle behaviors, adaptation to medication, and diet.

7.Self-Awareness of Individuals with Heart Failure Regarding Disease Adjustment: A Qualitative Study
Cengiz Şabanoğlu, Nilay Bektaş Akpınar, Ulviye Özcan Yüce
doi: 10.5543/khd.2022.40316  Pages 51 - 57
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu araştırma, kalp yetersizliği tanısı olan bireylerin hastalık uyumuna ilişkin öz farkındalıklarını incelemek amacıyla yapıldı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma, nitel türde olup tanımlayıcı, derinlemesine görüşme ile içerik analizi kullanılarak gerçekleştirildi. Araştırma, bir şehir hastanesinde Temmuz 2022–Eylül 2022 tarihleri arasında başvuran, sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu fonksiyonel sınıf New York Kalp Derneği III-IV ambulatuvar sınıfından < %40 olup en az altı aydır teşhis konulan ve araştırmaya katılmaya gönüllü olan 17 birey ile yapıldı. Veriler, “Sosyodemografik Özellikler Veri Toplama Formu” ve yarı yapılandırılmış soru formu ile elde edildi. Görüşmeler, hastanede boş başka bir poliklinik odasında yüz yüze her bir hasta ile yaklaşık olarak 45-60 dakika süre ile gerçekleştirildi.
BULGULAR: Hastaların çoğunluğunun (%70,58) evre III kalp yetersizliği olduğu ve tanıların bir yıldan uzun sürede konulduğu belirlendi. Yapılan içerik analizi sonucunda hastaların hastalık uyum ve öz farkındalıklarına ilişkin “tıbbi tedaviye uyum,” “hekim kontrolünü sürdürmek,” “sağlık uygulamaları” ve “hastalığın semptomlarına ilişkin kontrol” olarak dört ana tema belirlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bulgularımız sonucunda, hastaların tıbbi tedaviye uyum ve düzenli hekim kontrollerinin yüksek seviyede olduğunu, olumlu sağlık uygulamalarının ve öz farkındalıklarının ise orta düzeyde olduğunu belirtebiliriz.
INTRODUCTION: This study was conducted to examine the self-awareness of individuals with heart failure diagnosis regarding disease compliance.
METHODS: The research was carried out using descriptive, in-depth interviews and content analysis in qualitative method design. The study was conducted with 17 individuals who were admitted to a city hospital for treatment between July and September 2022, had heart failure for at least 6 months, and were diagnosed with a left ventricular ejection fraction < 40% from functional class New York Heart Association III-IV ambulatory class. The personal data of the patients were obtained with the “Socio-Demographic Characteristics Data Collection Form” and a semi-structured questionnaire. The interviews were conducted face to face in an unused polyclinic room in the hospital and lasted approximately 45-60 minutes.
RESULTS: It was determined that the majority of the patients (70.58%) had stage III heart failure and the diagnosis was made in more than 1 year. As a result of the content analysis, 4 main themes were determined as "adherence to medical treatment," "maintaining physician control," "health practices," and "control of the symptoms of the disease" regarding the disease compliance and self-awareness of the patients.
DISCUSSION AND CONCLUSION: As a result of our findings, patients’ compliance with medical treatment and regular physician controls are at a high level; we can state that positive health practices and self-awareness are at a moderate level.

REVIEW
8.Care Management in Pulmonary Edema
Serap Özer, Adile Ay
doi: 10.5543/khd.2022.66487  Pages 58 - 61
Pulmoner ödem, acil müdahale gerektiren ve yaşamı tehdit eden klinik bir durumdur. Uzun süreli hastane yatışlarına ve morbiditeye neden olduğu için sağlık maliyeti açısından da önemli bir yük kaynağıdır. Kardiyojenik ve nonkardiyojenik nedenlere bağlı ortaya çıkabilmektedir. Hastalarda hipoksi, hiperkapni, dispne, takipne, anksiyete, pembe köpüklü balgam, terleme, bilinç bozukluğu ve raller gibi belirti-bulgular oluşturarak genel durumu kötül eştir ebilm ekted ir. Pulmoner ödemde erken tanı, doğru değerlendirme ve başarılı yönetim, semptomların çoğunu hafifleterek durumu iyileştirmektedir. İstenilen sağlık sonuçlarına ulaşmak için hemşirelerin pulmoner ödem belirti ve bulgularına, güncel tedavi yöntemlerine hakim olarak etkili girişimleri planlaması ve uygulaması gerekmektedir.
Pulmonary edema is a life-threatening clinical condition that requires immediate intervention. It is also an important source of burden in terms of health costs, as it causes long-term hospitalizations and morbidity. It can occur due to cardiogenic and noncardiogenic causes. It can worsen the general condition by creating signs and symptoms such as hypoxia, hypercapnia, dyspnea, tachypnea, anxiety, pink foamy sputum, sweating, impaired consciousness, and rales in patients. Early diagnosis, correct assessment, and successful management of pulmonary edema improve the condition by relieving most of the symptoms. In order to achieve the desired health outcomes, nurses need to plan and implement effective interventions by knowing the signs and symptoms of pulmonary edema and current treatment methods.

Quick Search



Copyright © 2024 Turkish Journal of Cardiovascular Nursing



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.