EISSN 2149-4975
Turkish Journal of Cardiovascular Nursing - Turk J Card Nur: 10 (22)
Volume: 10  Issue: 22 - Ağustos 2019
RESEARCH ARTICLE
1.Self-Efficacy Perceptions in Coping of the Patients’ Post-Coronary Artery Bypass Graft Surgery
Miray Eşlik, Aynur Çetinkaya
doi: 10.5543/khd.2019.73644  Pages 41 - 49
Amaç: Bu araştırmada, bir devlet hastanesinde koroner arter bypass greft cerrahisi sonrası hastaların başaçıkma stratejilerinin dinamiklerini tanımlamak ve bu dinamiklerde öz etkililik düzeylerinin etkisini belirlemek amaçlandı.
Yöntemler: Analitik kesitsel tipte olan araştırma Türkiye’de Bursa’da bir Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 15 Aralık 2015- 30 Ocak 2016 tarihleri arasında yürütüldü. Araştırmaya 18 yaş üzeri, koroner arter bypass greft cerrahisi geçirmiş post operatif en az 4. günde olan, bilinci açık, işitme ve konuşma fonksiyon kaybı olmayan ve çalışmaya katılmayı gönüllü olan 384 hasta dahil edildi. Araştırmada veri toplamada “Hasta Tanıtıcı Bilgi Formu”, “Başaçıkma Stratejisi Ölçeği” ve “Barnason Etkililik Beklenti Ölçeği” kullanıldı. Veriler SPSS 21.0 (Statistical Package For Social Science) istatistik analiz programında, tek değişkenli ve çok değişkenli analizler ile değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 60.8±10.23 olup, %51.6’sı okuryazar veya ilkokul mezunu ve çoğunluğu (%82.0) evlidir. Özgeçmişinde önemli bir hastalık bildirenler %21.9’dur. Hastaların Başaçıkma Stratejisi Ölçeği puan ortalaması 70.69±8.32 olup, en yüksek Problem Çözme alt ölçeği, en düşük ise Kaçınma alt ölçeği idi. Barnason Etkililik Beklenti Ölçeği Kardiak Cerrahi Versiyonu toplam puan ortalaması ise 51.94±6.15 olup, Başaçıkma Stratejisi Ölçeği puanları ile pozitif yönde orta derecede ilişki gösterdiği saptandı (r=0.519, p<0.005). Yapılan çok değişkenli analizlerde, koroner arter bypass greft cerrahisi geçirmiş hastaların öz etkililik puanları arttıkça, yaşları küçüldükçe, daha önce hastalık geçirme durumları varsa başaçıkma puanlarının artış gösterdiği belirlendi (p<0.05, R²=0.299).
Sonuç: Sonuçta koroner arter bypass greft cerrahisi sonrası hastaların başaçıkma düzeylerinde; öz etkililik düzeyleri, yaşları ve hastalık öyküleri belirleyici bulundu.
Objective: In this study it was aimed to determine the dynamics of postoperative coronary artery bypass graft surgery patients’ coping strategies and detect the effects of self-efficacy levels in these dynamics.
Methods: This analytical cross-sectional study done between 01 October 2015-30 January 2016 in an Education and Research Hospital in Bursa, Turkey. 384 patients included to study and all of them were over 18 years old, had coronary artery bypass graft operation, at least on 4th day after surgery, conscious, no loss of hearing or visual function and volunteer for study. “Patient Information Form”, “The Coping Strategy Indicator” and “Barnason Efficacy Expectation Scale Cardiac Surgical Version” are used for data collection. SPSS 21.0 statically analyse programme was used for evaluation of data with one and multivariate analyses.
Results: Age means of patients was 60.8±10.23. 51.6% of patients were literate or primary school graduated and many of them (82%) were married. 21.9% patients had serious disease history. Score mean of patients' The Coping Strategy Indicator was 70.69±8.32. Problem Solving Subscale had the highest score and Avoidance Subscale had the lowest score. Barnason Efficacy Expectation Scale Cardiac Surgical Version total score mean was 51.94±6.15 and it was positively mild related to The Coping Strategy Indicator (r=.519, p<.005). Multivariate analyses showed that Coping score increases if after coronary artery bypass graft surgery performed patients self-efficacy score is high, had serious disease history before and decreased age (p<.05, R²=.299).
Conclusion: In conclusion, the study showed that coping levels of after coronary artery bypass graft surgery related to self-efficacy level, age and disease history of patients.

2.Obstructive Sleep Apnea and Determination of Sleep Quality in Patients with Atrial Fibrillation Diagnosis
Şeyma Şengül, Hilal Uysal
doi: 10.5543/khd.2019.13008  Pages 50 - 58
Amaç: Araştırma, atriyal fibrilasyon tanısı olan hastalarda obstrüktif uyku apnesi ve uyku kalitesinin belirlenmesi amacıyla tanımlayıcı bir çalışma olarak planlandı ve uygulandı.
Yöntemler: Araştırma, Aralık 2017 ile Mart 2018 tarihleri arasında, İstanbul’da iki üniversite hastanesinin kardiyoloji servislerine yatan, iletişim sorunu olmayan, hekim tarafından AF tanısı konulmuş olan, araştırmaya katılmayı kabul eden 108 hasta ile gerçekleştirildi. Araştırmada elde edilen veriler SPSS 22 software program (IBM Corp., Armonk, NY, USA) programı kullanılarak analiz edildi. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel yöntemler, t-testi, Tek yönlü (One way) Anova testi kullanıldı.
Bulgular: Araştırmamıza katılan bireylerin %47.2’sinin erkek, %52.8’inin kadın olduğu, büyük çoğunluğunun 60 yaş ve üzerinde olduğu, yaş ortalamasının 68.99±14.02, BKİ ortalamasının 27.09±5.12 kg/m2 olduğu belirlendi. Bireylerin %73.1’i yeterince uyuduğu halde sabah yorgun uyandığı ve gündüz aşırı uykulu olduğu, %82.4’ünde unutkanlık, sinirlilik ve dikkat azlığı olduğu, %38’inin gece horladığı, %39’unun yorgunsa horladığı, büyük çoğunluğunun (%68.5) sabahları baş ağrısı şikayeti olduğu, %69.4’ünün sabahları ağız kuruluğu ve boğaz ağrısı şikayeti olduğu belirlendi. Bireylerin uyku kalitesi puan ortalaması 11.315±3.370 olarak tespit edildi. Yaş değişkeni arttıkça ve ve oksijen saturasyonu düzeyi azaldıkça uyku kalitesinin azaldığı belirlendi (p=0.000). Sakinleştirici veya uyku hapı alan bireylerin uyku kalitelerinin kötüleştiği tespit edildi (p=0.000).
Sonuç: AF tanısı olan hastaların uyku kalitesindeki azalma göz önüne alındığında bu konuda hemşire ve diğer sağlık personeli eğitilerek uyku kalitesini arttırmaya yönelik eğitim programlarının düzenlenmesi, bakım ve tedavi esnasında hastaların uyku kalitelerinin incelenmesi, gerekirse gece uygulanan tedavi planının uyku kalitesini bozmayacak şekilde düzenlenmesi önerilebilir.
Objective: The study was planned and performed as a descriptive study in order to determine obstructive sleep apnea and sleep quality in patients with atrial fibrillation.
Methods: The study was conducted between December 2017 and March 2018 with 108 patients admitted to the cardiology services of two university hospitals in Istanbul, who had no communication problems, diagnosed as AF by the physician and accepted to participate in the study. The data obtained from the study were analyzed using SPSS 22 software program (IBM Corp., Armonk, NY, USA). Descriptive statistical methods, t test, One way Anova test were used to evaluate the data.
Results: The study was conducted between December 2017 and March 2018 with 108 patients admitted to the cardiology services of two university hospitals in Istanbul, who had no communication problems, diagnosed as AF by the physician and accepted to participate in the study. The data obtained from the study were analyzed using SPSS 22 software program (IBM Corp., Armonk, NY, USA). Descriptive statistical methods, t test, One way Anova test were used to evaluate the data.
Results: It was determined that 47.2% of the participants were male, 52.8% were female, the majority were 60 years and older, the mean age was 68.99±14.02, and the mean BMI was 27.09±5.12 kg/m2. 73.1% of the individuals were sufficiently sleepy, woke tired in the morning and were extremely sleepy during the day, 82.4% had forgetfulness, irritability and lack of attention, 38% snored at night, 39% snored if tired, and the majority (68.5%) had mornings 69.4% had dry mouth and sore throat in the morning. Mean sleep quality score of the individuals was found to be 11.315±3.370. It was determined that sleep quality decreased as age variable increased and oxygen saturation decreased (p=0.000). The sleep quality of the sedatives or sleeping pills was deteriorated (p=0.000).
Conclusion: Considering the decrease in the sleep quality of patients with AF, it may be suggested to train nurses and other health personnel and to organize training programs to improve sleep quality, to examine the sleep quality of the patients during care and treatment, and to arrange the night treatment plan in a way that does not impair sleep quality.

3.Perceived Caregiver Burden and Associated Factors Among Family Caregivers Providing Care for Heart Failure Patients
Zehra Gok Metin, Aylin Helvacı
doi: 10.5543/khd.2019.59454  Pages 59 - 66
Amaç: Bu araştırma kalp yetersizliği (KY) hastalarına bakım veren aile üyelerinde bakım verme yükünü ve etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla planlandı.
Yöntemler: Tanımlayıcı kesitsel türdeki bu araştırma, Ankara ilinde bir üniversite hastanesinde takip edilen KY tanılı hastalar (n=100) ve bu hastalara bakım veren aile üyeleri (n=100) ile Aralık 2018-Mayıs 2019 tarihleri arasında yürütüldü. Araştırma verilerinin toplanmasında “Hasta Bilgi Formu”, “Bakım Veren Bilgi Formu” ve “Zarit Bakım Verme Yükü Ölçeği (ZBYÖ)” kullanıldı. Verilerin analiz edilmesi için tanımlayıcı istatistikler, Ki-kare testi ve Pearson Korelasyon testlerinden yararlanıldı.
Bulgular: Araştırmaya dahil olan KY hastalarının %55’inin erkek, %85’inin ilkokul mezunu, %71’nin evli ve %38’inin evre 2 KY tanısı olduğu belirlendi. Hastaların yaş ortalamasının 66.76±12.43 olduğu görüldü. Araştırmaya dahil olan bakım veren aile üyelerinin %70’inin kadın, %77’sinin ilkokul mezunu, %99’unun evli ve yaş ortalamasının 50.74±12.68 yıl olduğu belirlendi. Bakım veren aile üyelerinin ZBYÖ puan ortalaması 13.71±6.89 şeklinde hesaplandı. Eğitim seviyesi ve gelir durumu düşük, çalışmayan, 8 yıldan uzun süredir ve günde 5 saatten fazla bakım veren aile üyelerinin algıladıkları bakım yükünün anlamlı düzeyde yüksek olduğu bulundu (p<0.05). Ayrıca, hastaların KY tanı süresi, KY evresi ve eşlik eden komorbid durumları ile algılanan bakım yükü puanları arasındaki farkın istatistiksel açıdan anlamlı olduğu belirlendi (p<0.05).
Sonuç: Araştırmamızda KY hastalarına bakım veren aile üyelerinin algıladıkları bakım yükünün düşük düzeyde olduğu bulundu. KY hastalarına bakım veren aile üyelerini hedef alan ilerideki araştırmaların eğitim seviyesi ve gelir durumu düşük, işsiz ve uzun süredir bakım veren bireylerin gereksinimlerine odaklanması önerildi.
Objective: The purpose of the study was to assess caregiver burden and associated factors in family caregivers providing care for heart failure (HF) patients.
Methods: This descriptive, cross-sectional study was conducted with HF patients (n=100) followed in a university hospital located in Ankara and their family caregivers (n=100) between December 2018 and May 2019. Data were measured using “The Patient Information Form”, “The Family Caregiver Information Form”, and “Zarit Burden Interview”. Descriptive statistics, Chi-Square test and Pearson correlation test were utilized for data analysis.
Results: The patients with HF were male (55%), had graduated from primary school (85%), were married (71%) and 38% of those had stage II HF. The mean age of HF patients was 66.76±12.43 years. The family caregivers included in this study were female (70%), had graduated from primary school (77%), and were married (99%). The mean age of family caregivers was 50.74±12.68 years. The mean score of Zarit Burden Interview was 13.71±6.89 in family caregivers. Family caregivers with less education, lower income level, were unemployed and were providing care longer than 8 years, and more than 5 hours per day experienced significantly higher caregiver burden (p<.05). Besides, since time diagnosis for HF, HF stage and comorbid conditions were significantly associated with perceived caregiver burden (p<0.05).
Conclusion: The caregiver burden among family caregivers providing care for HF patients was found low in our study. Future studies targeting family caregivers of HF patients should focus on the needs of individuals with less educated, lower income level, unemployed and providing care for longer time.

4.Determination of Cardiovascular Health Status and Well-Being of Individuals
Hilal Uysal, Hanım Büşra Oruçoğlu
doi: 10.5543/khd.2019.37039  Pages 67 - 77
Amaç: Çalışma, 20 yaş ve üzeri bireylerin kardiyovasküler sağlık durumlarının, iyilik hallerinin ve iyilik halinin kardiyovasküler sağlık durumuna etkisinin belirlenmesi amacıyla planlandı ve gerçekleştirildi.

Yöntemler: Araştırma, İstanbul'da bir üniversitede Nisan-Mayıs 2019 tarihleri arasında Marmara bölgesinde yaşayan, araştırmanın amacı ve araştırmadan beklentiler hakkında bilgilendirme yapılan ve araştırmaya katılmaya istekli olan 20 yaş ve üzeri 248 birey ile gerçekleştirildi. Çalışmada veri toplama araçları olarak, bireylerin sosyodemografik özelliklerini ölçmeye yönelik oluşturulmuş anket formu, Amerikan Kalp Birliği Life’s Simple 7 kardiyovasküler sağlık ölçüm anketi, Günlük Besin Tüketim Kayıt Formu ve İyilik Hali Ölçeği kullanıldı.
Bulgular: Çalışmaya katılan bireylerin %80.2’si kadın, yaş ortalaması 20.935±1.845, çoğunluğunun normal beden kitle indeksine sahip olduğu tespit edildi. Çalışmaya katılan bireylerin kardiyovasküler sağlık durumlarının yüksek düzeyde (8.479±1.944) olduğu, kadınların erkeklerden daha yüksek ideal kardiyovasküler sağlık durumuna sahip olduğu bulundu. Çalışmada ideal kardiyovasküler sağlık durumuna göre kadınların kan basıncı (p=0.005), beden kitle indeksleri (p=0.046) ve sigara içme oranları (p=0.000) erkeklere göre daha düşük, dolayısı ile kardiyovasküler sağlık durumu puanlarının daha yüksek olduğu bulundu. Bireyleri iyilik hali durumlarının yüksek düzeyde olduğu (40.413±10.397), kadınların çoğunluğunun erkeklerden daha yüksek iyilik düzeyine sahip olduğu bulundu (p<0.05). Bireylerin iyilik halinin kardiyovasküler sağlık üzerine etkisini açıklamak için anlamlı düzeyde olmadığı bulundu.
Sonuç: Sonuç olarak, çalışmaya katılan bireylerin yarısının ideal kardiyovasküler sağlık düzeyine sahip olduğu, bireylerin kardiyovasküler sağlık durumu puan ortalamalarının yüksek düzeyde olduğu bulundu. Bireylerin iyilik halinin kardiyovasküler sağlık üzerine etkisinin olmadığı saptandı.
Objective: The study was planned and carried out to determine the effects of cardiovascular health status, well-being and well-being on cardiovascular health status of individuals aged 20 years and older.
Methods: The study was conducted with 248 individuals over 20 years of age who were living in the Marmara region between April-May 2019 at a university in Istanbul, who were informed about the purpose and expectations of the study and were willing to participate in the study. Data were collected by using a questionnaire for measuring the sociodemographic characteristics of individuals, American Heart Association Life’s Simple 7 cardiovascular health questionnaire, Daily Food Consumption Record Form and Goodness Scale.
Results: It was found that 80.2% of the participants were female, mean age was 20.935±1.845, and the majority had normal body mass index. The cardiovascular health status of the participants was found to be high (8.479±1.944) and females had higher ideal cardiovascular health status than men. In the study, blood pressure (p=0.005), body mass index (p=0.046) and smoking (p=0.000) were higher in women than men in terms of ideal cardiovascular health status. The well-being status of individuals was found to be high (40.413±10.397), and the majority of women had higher levels of well-being than men (p<0.05). It was found that the well-being of individuals was not significant to explain the effect of cardiovascular health.
Conclusion: As a result, it was found that half of the individuals participating in the study had an ideal cardiovascular health level and the mean scores of the cardiovascular health status of the individuals were high. It was found that the well-being of the individuals had no effect on cardiovascular health.


REVIEW
5.Death Anxiety and Care in Patients With Implantable Cardioverter Defibrillator
Mediha Sert, Zeynep Ozer
doi: 10.5543/khd.2019.52244  Pages 78 - 86
Kardiyovasküler hastalıklar, oldukça yüksek insidans, mortalite ve morbidite oranlarına sahip, ölümle sonuçlanabilen önemli bir hastalık grubudur ve tüm dünyada en başta gelen ölüm nedenleri arasında yer alır. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, 2016 yılında 17.6 milyon kişinin ölümü kardiyovasküler hastalıklar nedeniyle gerçekleşmiş olup, bu değerin on yılda artarak 23 milyona ulaşabileceği bildirilmiştir. Bu durum da kardiyovasküler hastalıkların önlenmesi, tedavisinin etkili ve devamlı sürdürülmesinin öneminin bir göstergesidir. Her hastalıkta olduğu gibi kardiyovasküler hastalıklarda da uygulanan tanı ve tedavi yöntemleri bireyleri psikososyal açıdan etkiler. Ölümcül aritmi ve ileri düzey kalp yetersizliklerinin tedavisinde sıklıkla kullanılan tedavi yöntemlerinden biri olan implante edilebilir kardiyoverter defibrilatörler, bireylerin yaşamlarını etkileyerek yaşam biçimi değişiklikleri gerektiren ve şoklama özelliği ile bireyleri ölümle karşı karşıya kalmaları halinde koruyabilen cihazlardır. Özellikle şoklama sonrasında gelişen ölüme ilişkin artan düşünceler, bireyleri psikososyal açıdan etkileyerek güvensizlik, çaresizlik, yaşama yönelik kontrolünü kaybetme, yakınlarına bağlı kalarak yük olma endişesi gibi kaygılara yol açabilir. Artan kaygı, bireylerin yaşam kalitesini azaltır, iş ve günlük yaşamlarını, tedavisini ve prognozunu olumsuz yönde etkiler. Bu nedenlerle sağlık çalışanlarının, kalp hastalığı olan bireylerin yaşama ilişkin kalbe yükledikleri anlamın bilincinde olması, bireylerin ölüme yönelik kaygı düzeylerini değerlendirerek kaygı ile baş etme yöntemleri doğrultusunda girişimler planlaması gereklidir. Böylece bireylerin kaygı düzeyleri kontrol edilerek, karşılaşılabilecek problemlerin önüne geçileceği, tedavinin daha etkili sürdürülerek bireylerin yaşamlarının ve sunulan hizmetin kalitesinin de bu doğrultuda artırılacağı ön görülmektedir.
Cardiovascular diseases are an important group of diseases that have a high incidence, mortality and morbidity, which can result in death and are among the leading causes of death worldwide. According to World Health Organization data, 17.6 million people died in 2016 due to cardiovascular diseases and it was reported that this value could reach 23 million in a decade. This is an indication of the importance of prevention of cardiovascular diseases and the continuation of effective and continuous treatment. As in every disease, the diagnosis and treatment methods applied in cardiovascular diseases affect individuals psychosocially. Implantable cardioverter defibrillators, which are frequently used in the treatment of fatal arrhythmias and advanced heart failure, are devices that require life style changes by affecting the lives of individuals and can protect individuals if they are faced with death by shocking feature. Increasing thoughts about death, especially after shock, can affect individuals psychosocially and cause concerns such as distrust, helplessness, loss of control over life, and fear of being burden to their relatives. Increased anxiety decreases the quality of life of individuals and affects their daily lives, treatment and prognosis in a negative way. For these reasons, health care professionals, should be aware of the meaning of the heart about of life for heart disease individuals, individuals should plan initiatives to deal with anxiety by evaluating their anxiety levels. Thus, by controlling the anxiety levels of individuals, problems that may be encountered will be prevented, It is foreseen that, the treatment will be sustaining more effective for individuals and the quality of life and the service will be increased accordingly.

CASE REPORT
6.Preoperative and Postoperative Nursing Care Based on the Model of Daily Living Activities of a Patient With Type-A Aortic Dissection: A Case Report
Gizem Açıkgöz, Özlem İbrahimoğlu
doi: 10.5543/khd.2019.64935  Pages 87 - 95
Aort diseksiyonu, aortun tabakalarının ayrılması sonucu akut bir tablo olarak ortaya çıkan, acil cerrahi müdehale gerektiren, uzun yoğun bakım süreçleri gerektirebilen mortalitesi yüksek bir hastalıktır. Günümüzde cerrahi sonrası hastane içi mortalite oranı yüksek olması sebebiyle yoğun bakım süreci uzun sürmekte ve dolayısıyla bakım gereksinimi yüksek, karmaşık ve çok yönlü olmaktadır. Bu olgu sunumunda İstanbul ilindeki bir üniversite hastanesi Kalp ve Damar Cerrahi Yoğun Bakım Servisi’nde sol karotis arteri de kapsayan Tip-A aort diseksiyon tanısıyla aort kapak replasmanı, asendan aort replasmanı ve sol karotis arter bypass grefti operasyonu yapılan hastanın ameliyat öncesi ve sonrası dönemde günlük yaşam aktivitelerine dayalı hemşirelik modeline göre uygulanan bakımın değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Günlük yaşam aktivitelerine dayalı hemşirelik modelinin, diseksiyonlu hastanın tanılamasında etkin ve kullanılabilir bir model olarak yoğun bakım ünitelerinde çalışan ve bakım veren hemşirelere rehber olacağı düşünülmektedir.
Aortic dissection is an acute disease caused by the separation of the layers of the aorta, requiring urgent surgical intervention, and may require long intensive care procedures, and is highly mortal. Nowadays, due to the high in-hospital mortality rate after surgery, the intensive care process takes a long time and therefore the need for care is high, complex and versatile. The aim of this case report is to evaluate the care given according to nursing model based on preoperative and postoperative daily life activities of the patient who underwent aortic valve replacement, ascending aortic replacement, and left carotid artery bypass grafting with the diagnosis of Type-A aortic dissection including left carotid artery in a university hospital in Istanbul. The model for nursing based on a model of daily living is thought to be an effective and usable model for the nursing diagnosis of the dissected patient and will guide the nurses working in intensive care units.

Quick Search

Copyright © 2024 Turkish Journal of Cardiovascular Nursing



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.