E-ISSN 2149-4975
Kardiyovasküler Hemşirelik Dergisi - Turk J Card Nur: 13 (31)
Cilt: 13  Sayı: 31 - Ağustos 2022
ORIJINAL ARAŞTIRMA
1.
Akut Miyokard İnfarktüsünde Hastaneye Başvuru Süresi ve Yaşam Biçimi Davranışlarının Etkisi
The Duration of Application to Hospital in Acute Myocardial Infarction and the Effect of Lifestyle Behaviors
Emine Doğan, Zeynep Tosun, Niyazi Güler
doi: 10.5543/khd.2022.213457  Sayfalar 54 - 60
Amaç: Akut Miyokard İnfarktüsü (AMI) tanısı almış hastalarda hastaneye başvuru süresini belirleyerek, yaşam biçimi davranışlarının başvuru gecikmelerindeki rolünü saptamaktır.

Yöntem: Çalışma, kesitsel türde tanımlayıcı bir çalışmadır. Çalışma, bir üniversite hastanesinde Aralık 2016–Haziran 2017 tarihleri arasında yürütülmüştür. MI ön tanısı kesinleşen 229 hastaya ilişkin veriler “Hasta Tanılama Formu” ve “Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları Ölçeği II” (SYBDÖ-II) kullanılarak elde edilmiştir.

Bulgular: Hastaların hastaneye başvuru süresi 2,9 ± 1,9 saat olup, %42,4’ünün hastaneye başvuru süresi iki saat ve daha uzundu. Erkek cinsiyet, el ve kola yayılan ağrı, şikayetler başladığında hava şartlarının elverişli olması hastaneye başvuru süresini kısaltırken (P  < ,05); ağrıya güçsüzlüğün eşlik etmesi, hasta yakını tarafından yardım arama davranışında bulunulması başvuru süresini uzatmıştır (P  < ,05). Şikayetlerin başlangıcından itibaren iki saa-
tten kısa sürede hastaneye başvuranlar SYBDÖ-II’den daha yüksek puan almışlardır (P  < ,05).

Sonuç: Bulgularımız sonucunda MI sonrası hastanın karar verme sürecini hızlandırarak has-taneye başvuru süresini kısaltmanın yollarından birinin de bireylere sağlıklı yaşam biçimi davranışları kazandırmak olduğu söylenebilir.
Objective: To determine the role of lifestyle behaviors in prehospital delays by determining the duration of application to hospital in patients diagnosed with acute myocardial infarction.

Methods: The study is a cross-sectional descriptive study. The study was conducted in a university hospital between December 2016 and June 2017. Data on 229 patients with a definitive diagnosis of myocardial infarction were obtained using the “Patient Identification Form” and the “Healthy Lifestyle Behaviors Scale-II.”

Results: The application duration of the patients to the hospital was 2.9 ± 1.9 hours, and 42.4% of the patients were admitted to the hospital for 2 hours or longer. While male gender, pain radiating to the hand and arm, and favorable weather conditions when the complaints started shortened the time to apply to the hospital (P  < .05); accompanying weakness with pain and help-seeking behavior by the patient's relatives prolonged the application period (P  < .05). Those who applied to the hospital in less than 2 hours from the onset of the com-plaints scored higher on the Healthy Lifestyle Behaviors Scale-II (P  < .05).

Conclusions: As a result of our findings, it can be said that one of the ways to shorten the hospital admission time by accelerating the decision-making process of the patient after myocardial infarction is to provide individuals with healthy lifestyle behaviors.

ARAŞTIRMA
2.
İnflamatuar Belirteçlerin Kronik Venöz Yetmezliğini Tahmin Ettirmedeki Önemi
The Importance of Inflammatory Markers in Predicting Chronic Venous Insufficiency
Ferit Böyük, Aykut Demirkıran, Serhat Çalışkan, Şenel Altun
doi: 10.5543/khd.2022.213457  Sayfalar 61 - 64
GİRİŞ ve AMAÇ: Amaç: Kronik venöz yetmezlik akla gelmedikçe gözden kaçabilecek bir hastalıktır. Kronik inflamasyonun venöz kapakçıkların hasar görmesinde rol oynadığı düşünülmektedir. Bu çalışma, monosit sayısı ve yüksek yoğunluklu lipoprotein kolesterol oranı ve benzer diğer inflamatuar belirteçlerin kronik venöz yetmezlik tanısındaki potansiyel rolünü analiz etmeyi amaçlamaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Yöntem: Çalışma retrospektif olarak dizayn edildi. Çalışmaya 1 Eylül 2019 ile 20 Ocak 2021 tarihleri arasında polikliniğe başvuran toplam 419 hasta dahil edildi. Hastaların kan testleri ve aynı gün yapılmış olan alt ekstremite venöz Doppler ultrason sonuçları değerlendirildi. Doppler ultrasonografide reflü zamanının bir saniyeden uzun olması venöz yetmezlik sayıldı. Venöz yetmezlik varlığına göre hastalar iki gruba ayrıldı. Kan tetkiklerinden elde edilen inflamatuar göstergeler ile venöz yetmezlik varlığı arasındaki ilişki incelendi.
BULGULAR: Bulgular: Kronik venöz yetmezliği olmayan hastalarla karşılaştırıldığında venöz yetmezliği olan hastalarda monosit sayısı daha yüksek (0,61 ± 0,18 ve 0,55 ± 0,15 109/ L; P  = ,00) ve yüksek yoğunluklu lipoprotein kolesterol daha düşük (49 ± 9,1 ve 53,4 ± 13,6 mg/dL; P  = ,02), monosit sayısının yüksek yoğunluklu lipoprotein kolesterole oranı daha yüksek saptandı (12,5 ± 5 ve 10,9 ± 4; P  = ,005). Çok değişkenli regresyon analizine göre, monosit sayısı (%95 CI: 1,003-1,035; P  = ,020) ve monosit sayısının yüksek yoğunluklu lipoprotein kolesterole oranı (%95 CI: 1,017-1,154; P  = ,013) venöz yetmezliğin ortaya çıkması için bağımsız risk faktörleriydi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç: Monosit sayısının yüksek yoğunluklu lipoprotein kolesterole oranı yüksekse diğer kronik inflamatuar hastalıklar gibi kronik venöz yetmezliği varlığını da düşünmeliyiz. Bu öngörü günlük pratikte bizi alt ekstremite muayenesine odaklayabilir.
INTRODUCTION: Objective: Chronic venous insufficiency can be missed unless it comes to mind. We need a simplified diagnosis of chronic venous insufficiency. This study is aimed to analyze the potential role of inflammatory markers like monocyte count/high-density lipoprotein cholesterol on the diagnosis of chronic venous insufficiency.
METHODS: Methods: This is a retrospective study. A total of 419 patients admitted to our clinics between September 1, 2019, and January 20, 2021, were included. Blood tests and venous Duplex ultrasound examinations applied to lower limb veins on the same day were studied. Monocyte count/high-density lipoprotein cholesterol was measured. A reflux time longer than 1 second in Duplex ultrasonography was considered venous insufficiency. The patients were divided into 2 groups according to the presence or absence of venous insufficiency. The relation between these results and the presence of venous insufficiency was examined.
RESULTS: Results: When compared with the patients without venous insufficiency, monocyte count was higher (0.61 ± 0.18 vs. 0.55 ± 0.15 109/L; P  = .00) and high-density lipoprotein cholesterol was found to be lower (49 ± 9.1 vs. 53.4 ± 13.6 mg/dL; P  = .02) in the patients with chronic venous insufficiency. The monocyte count to high-density lipoprotein cholesterol ratio was higher in the patients with chronic venous insufficiency (12.5 ± 5 vs. 10.9 ± 4; P  = .005). According to multivariate regression analysis, monocyte count (95% CI: 1.003-1.035; P  = .020) and monocyte count to high-density lipoprotein cholesterol ratio (95% CI: 1.017-1.154; P  = .013) were independent risk factors for the occurrence of venous insufficiency.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Conclusions: If the monocyte count to high-density lipoprotein cholesterol ratio is high, it may be predicted that this patient may have chronic venous insufficiency. This prediction may focus us on the lower extremity examination in clinical routine practice.

3.
Miyokard İnfarktüsü Geçiren Bireylerin Ölüm Kaygısı ve Başa Çıkma Tutumlarının Belirlenmesi
Determination of Death Anxiety and Coping Attitudes of Individuals with Myocardial Infarction
Selma Turan Kavradım, Mediha Sert, Zeynep Ozer
doi: 10.5543/khd.2022.214169  Sayfalar 65 - 73
GİRİŞ ve AMAÇ: Amaç: Bu çalışmada, miyokard infarktüsü geçiren bireylerin ölüm kaygısı, başa çıkma tutumları ve bu kavramları etkileyen değişkenlerin belirlenmesi amaçlanmıştır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel türde yapılan çalışmanın verileri Kişisel Bilgi Formu, Templer Ölüm Kaygısı Ölçeği ve Başa Çıkma Tutumlarını Değerlendirme Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Çalışmanın örneklemini, bir üniversite hastanesinin kardiyoloji kliniğinde yatan miyokard infarktüsü tanısı alan bireyler oluşturmuştur. Veriler SPSS Statistics Base v23 sürümü kullanılarak analiz edilmiştir. Değişkenler arasındaki ilişkiyi incelemede univariate, multivariate regresyon analizi ve korelasyon analizi kullanılmıştır.
BULGULAR:
Bulgular: Katılımcıların %70,9’u erkek, %77,9’u evli ve yaş ortalaması 66,09 ± 11,58’dir. Ölüm Kaygısı Ölçeği puan ortalaması 7,92 ± 3,19 olup, katılımcıların %55.8’inde orta, %30,2’sinde ağır düzeyde ölüm kaygısı olduğu saptanmıştır. Başa Çıkma Tutumları Değerlendirme Ölçeği puan ortalaması 74,38 ± 10,43 olarak belirlenmiştir. Çalışma durumu, dua etme, göğüs ağrısı, sol kolda uyuşma, halsizlik-yorgunluk semptomlarının ölüm kaygısı ile; medeni durum, eğitim durumu, sağlık merkezine erişim durumu, infarktüs nedeniyle yakını kaybetme, dinlenmeyi seçme, çene ağrısı, sol kolda ağrı, nefes darlığı semptomlarının başa çıkma tutumları ile ilişkili olduğu saptanmıştır.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç: Bu çalışmada miyokard infarktüsü geçiren hastaların çoğunluğunun orta ve ağır düzeyde ölüm kaygısı yaşadığı, ölüm kaygısının ve başa çıkma tutumlarının çeşitli sosyodemografik, hastalığa ilişkin faktörler ve yaşanılan semptomlarla ilişkili olduğu saptanmıştır. Hemşirelerin, hastaların ölüm kaygısı ve başa çıkma tutumlarını düzenli aralıklarla değerlendirmeleri ve bu doğrultuda hastalara eğitim ve danışmanlık sağlamaları önerilmektedir.
INTRODUCTION: Objective: In this study, it was aimed to determine death anxiety, coping attitudes of individuals who had myocardial infarction, and the variables affecting these concepts.


METHODS: Methods: The data from descriptive and cross-sectional studies were collected using the Personal Information Form, the Templer Death Anxiety Scale, and the Coping Attitudes Evaluation Scale. The sample of the study consisted of individuals diagnosed with myocardial infarction in the cardiology clinic of a university hospital. Data were analyzed using Statistical Package for the Social Science Statistics Base v23. Univariate, multivariate regression analysis, and correlation analysis were used to examine the relationship between variables.
RESULTS: Results: A total of 70.9% of the participants were male, 77.9% were married, and the mean age was 66.09 ± 11.58. The Mean Death Anxiety Scale score was 7.92 ± 3.19, and 55.8% of the participants had moderate death anxiety and 30.2% had severe death anxiety. The mean score of the Coping Attitudes Evaluation Scale was determined as 74.38 ± 10.43. Working status, praying, chest pain, numbness in the left arm, and fatigue-fatigue symptoms were associated with death anxiety; marital status, education level, access to a health center, losing a relative due to infarction, choosing to rest, jaw pain, pain in the left arm, and shortness of breath symptoms were found to be associated with coping attitudes.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Conclusions: In this study, it was determined that the majority of patients with myocardial infarction experienced moderate and severe death anxiety, and death anxiety and coping attitudes were associated with various sociodemographic, disease-related factors and symptoms experienced. It is recommended that nurses regularly evaluate patients' death anxiety and coping attitudes and provide education and counseling to patients accordingly.

4.
Hipertansiyonu Olan Bireylerde Kronik Bakım Modeli Temelli Eğitimin Hastalık Yönetimine Etkisi
The Effect of Educational Intervention Based on Chronic Care Model on the Management of Hypertension
Gülbin Konakçı, Hüseyin Töz, Asiye Akyol
doi: 10.5543/khd.2022.214061  Sayfalar 74 - 84
GİRİŞ ve AMAÇ: Amaç: Bu araştırma, hipertansiyonu olan hastalarda kronik hastalık modelini temel alan planlı bir eğitim programının hipertansiyon yönetimine etkisini incelemek amacıyla planlanmıştır. Kronik bakım modeli, kronik hastalık bakımını organize etmek ve iyileştirmek için hasta öz bakımını, bakım vericiler ve sistem düzeyinde müdahaleleri içeren proaktif, planlı bir yaklaşıma dayalı olarak yapılandırılmış bir modeldir. Kronik bakım modeli uygulamasının bakım ve tedavi sonuçları üzerindeki etkilerini değerlendirmek için çeşitli araçlar geliştirilmiştir. Bunlardan biri olan Kronik Hastalık Bakımının Hasta Değerlendirmesi anketi, hastalara verilen bakımın değerlendirmek için kullanılan bir araçtır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Yöntem: Çalışma, eşleştirilmiş gruplarda kontrollü yarı deneysel desende ileriye dönük bir çalışma olarak planlanmıştır. Sosyodemografik özellikler açısından eşleştirilen 15 girişim ve 15 kontrol grubu hasta olmak üzere toplam 30 hastanın 6 ay boyunca izlemi yapılmıştır.
Girişim grubu, modelin bileşenleri doğrultusunda profesyonel bir ekip tarafından eğitilmiş ve izlenmiştir. Yaşam kalitesi ölçeği, hipertansiyon bilgi düzeyi soruları ve kronik bakım hasta değerlendirme ölçeği her iki gruba da başlangıçta ve çalışmanın altıncı ayında uygulanmıştır.

BULGULAR: Bulgular: Girişim grubunda yaşam kalitesinde iyileşme, metabolik değerlerde iyileşme, bilgi düzeylerinde artış, kronik bakım yönetiminden memnuniyette olumlu yönde gelişmeler gözlenmiş ve hipertansiyonun uç organ hasarını kolaylaştıran ek komorbidite saptanmamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç: Kronik bakım modeli ile gerçekleştirilen planlı eğitimin hipertansiyonu olan hastaların metabolik belirtilerini ve yaşam kalitelerini iyileştirmede etkili olduğu belirlenmiştir.
INTRODUCTION: Objective: This study was conducted to examine the effect of planned educational intervention based on the chronic care model on the management of patients with hypertension. The chronic care model is a framework for organizing and improving chronic illness
care, based on a proactive, planned approach that incorporates patient self-care, provider, and system-level interventions. Several instruments have been developed to evaluate the effects of chronic care model implementation on care and treatment outcomes. The Patient Assessment of Chronic Illness Care questionnaire is used in the instrument to evaluate the delivery of care for patients.


METHODS: Methods: The study was performed as a prospective study conducted with a controlled semiexperimental pattern in matched groups. Totally 30 patients including 15 intervention and 15 control group patients matched in terms of socio-demographic features were monitored for 6 months. The intervention group was trained and monitored by a professional team in line with the components of the model. Life quality scale, hypertension information questions, and chronic care assessment scale were applied to both groups at the beginning and in the sixth month of the study.
RESULTS: Results: In the intervention group, positive developments were observed such as improved life quality, improvement in metabolic values, increase in knowledge levels, and satisfaction with chronic care management, and additional comorbidity, which facilitates the end-organ
damage of hypertension, was not detected.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Conclusions: It was determined that the educational intervention conducted through chronic care model turned out to be influential in terms of improving the metabolic signs and quality of life of patients with hypertension.

5.
Kalp Yetersizliği Hastalarının Psikososyal Uyumu ve Öz Bakım Davranışları
Psychosocial Adjustment and Self-Care Behaviors of Heart Failure Patients
Ebru Baba, Afitap Özdelikara
doi: 10.5543/khd.2022.212742  Sayfalar 85 - 90
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu araştırmanın amacı kalp yetersizliği hastalarının psikososyal uyumunun öz bakım davranışları üzerine etkisini belirlemektir.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmanın örneklemini Mart – Ağustos 2017 tarihleri arasında bir devlet hastanesinin kardiyoloji polikliniği, kardiyoloji kliniği ve koroner yoğun bakım ünitesinde KY tanısı ile başvuran ve araştırma kriterlerini sağlayan 130 hasta oluşturmuştur. Hastalara tanıtıcı form,
Hastalığa Psikososyal Uyum - Öz Bildirim Ölçeği (PAIRS-SR) ve Avrupa Kalp Yetersizliği Öz Bakım Davranışları Ölçeği – 12 uygulanmıştır. Verilerin analizinde; frekans, ortalama, standart sapma, Mann Whitney U testi (U), Kruskal Wallis testi (X2), bağımsız örnekler t testi, tek yönlü varyans analizi (ANOVA) kullanılmıştır.
BULGULAR: Hastaların PAIS - SR toplam puan ortalaması 51,1 ± 17,3 olarak bulunmuştur. PAIS - SR alt boyutlarından en yüksek puan ortalamasını 10,4 ± 3,9 ile mesleki çevre alt boyutu alırken en düşük puan ortalamasını geniş aile ilişkileri alt boyutu almıştır. AKYÖ toplam puan
ortalaması ise 31,2 ± 5,6 olarak bulunmuştur. PAIS – SR ve AKYÖ arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki belirlenmezken, sağlık uyumu alt boyutu ile AKYÖ arasında pozitif yönde zayıf ilişki belirlenmiştir (P >,05).

TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç: Hastaların öz bakım davranışları yeterli düzeyde bulunurken psikososyal uyumları kötü düzeyde bulunmuştur. Öz bakım davranışları ile sağlık bakımına uyum arasında pozitif yönde anlamlı ilişki belirlenmiştir
INTRODUCTION: The aim of this study was to determine the effect of psychosocial adjustment of heart failure patients on their self-care behaviors.

METHODS: The sample of the study consisted of 130 patients who applied for heart failure diagnosis at a state hospital’s cardiology outpatient clinic, cardiology clinic, and coronary intensive care unit between March and August 2017 and met the research criteria. Data
about the patients were collected through a descriptive form, the Psychosocial Adjustment to Illness Scale—Self-Report, and the European Heart Failure Self-Care Behavior Scale -12. The analysis of the data was carried out using frequency, mean, standard deviation, the Mann–Whitney U test (U), Kruskal–Wallis test (X2), independent samples t-test, and one-way
analysis of variance.
RESULTS: The mean Psychosocial Adjustment to Illness Scale—Self-Report total score of the patients was 51.1 ± 17.3. Among the Psychosocial Adjustment to Illness Scale—Self-Report sub-domains, the vocational environment received the highest mean score with 10.4 ± 3.9,
while the extended family relationships received the lowest. The mean European Heart Failure Self-Care Behavior Scale total score was 31.2 ± 5.6. While there was no statistically significant relationship between Psychosocial Adjustment to Illness Scale—Self-Report and
European Heart Failure Self-Care Behavior Scale, a weak positive correlation was found between the healthcare orientation sub-domain and European Heart Failure Self-Care Behavior (P >.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Conclusion: While the self-care behaviors of the patients were at a sufficient level, their psychosocial adjustment was at a bad level. A positive significant relationship was found between self-care behaviors and healthcare orientation.

6.
Kardiyovasküler Cerrahi Yoğun Bakım Ünitesinde Tedavi Gören Hastaların Algıladıkları Çevresel Stresörlerin Belirlenmesi
Determination of Environmental Stressors Perceived by Patients Treated in the Cardiovascular Surgery Intensive Care Unit
Emine Berber, Belkız Kızıltan
doi: 10.5543/khd.2022.211422  Sayfalar 91 - 98
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada kardiyovasküler cerrahi yoğun bakım ünitesinde tedavi gören hastaların algıladıkları çevresel stresörleri belirlemek amaçlanmıştır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma tanımlayıcı-kesitsel olarak tasarlanmış ve bir Tıp Fakültesi Kardiyovasküler Cerrahi Yoğun Bakım Ünitesinde Ekim 2018 ile Şubat 2019 tarihleri arasında 100 hasta ile tamamlanmıştır. “Yoğun Bakım Ünitesinde Çevresel Stresörler Ölçeği” ve “Hasta Tanıtım
Formu” kullanılarak veriler toplanmıştır.
BULGULAR: Araştırma kapsamındaki bireylerin, %57’sinin Kalp Damar Cerrahisi, %43’ünün Göğüs Cerrahisi Bölümünde tedavi aldığı ve en çok algıladıkları stresörlerin “ağrı,” “mahremiyetin olmaması” ve “tüplere bağlanmış olmak” olduğu saptanmıştır. Hastaların %60’ının sürekli
ilaç kullandığı ve %50’sinin refakatçisi bulunduğu, refakatçiye sahip olan hastaların olmayanlara ve sürekli ilaç kullanan hastaların kullanmayanlara oranla daha düşük “Yoğun Bakım Ünitesinde Çevresel Stresörler Ölçeği” puan ortalamasına sahip olduğu bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu belirlenmiştir (P <,005).

TARTIŞMA ve SONUÇ: Kardiyovasküler cerrahi yoğun bakım ünitesinde tedavi alan bireylerin çevresel stresörlerden en az şekilde etkilenmesini sağlamak ancak bakımda bireyselliğin sağlanması, sürdürülmesi ve bireyin tüm boyutları ile değerlendirilmesi ile mümkün olabilir
INTRODUCTION: Objective: In this study, it was aimed to identify the environmental stressors perceived by patients treated in the cardiovascular surgery intensive care unit.

METHODS: Methods: The study using a descriptive cross-sectional approach was designed and completed with 100 patients treated in a Medical School Cardiovascular Surgery Intensive Care Unit between October 2018 and February 2019. Data were collected using the “Intensive Care Unit Environmental Stressor Scale” and the “Patient Information Form.”
RESULTS: Results: It was determined that 57% of the patients within the scope of the study were treated in the Cardiovascular Surgery Department and 43% of them were treated in the Thoracic Surgery Department. The most perceived stressors of the patients were identified as “pain,” “lack of privacy,” and “being tied to tubes.” According to the results, 60% of the patients were on continuous medication and 50% of them had a companion. Moreover, the patients who had a companion had a lower mean score on the “Intensive Care Unit Environmental Stressor Scale” compared to those who did not have a companion. Similarly, patients who were not on continuous medication had lower mean score compared to those who were on continuous medication. These differences are statistically significant ( P <,005).

DISCUSSION AND CONCLUSION: Conclusions: Ensuring the patients of the cardiovascular surgery intensive care unit perceived that the least level of environmental stressors is only possible byproviding and maintaining individuality as well as evaluation of patients with all dimensions.

DIĞER
7.
Evde Bakım Hastalarında Kalp Yetmezliğinin Yönetiminde Tele-Sağlık Uygulamalarının Etkinliği: Sistematik Derleme
Effectiveness of Telehealth Interventions in the Management of Heart Failure in Home Care Patients: A Systematic Review
Tahir Kaya, Özlem Örsal, Pınar Duru
doi: 10.5543/khd.2022.212336  Sayfalar 99 - 109
Amaç: Bu sistematik derlemenin amacı, kalp yetmezliği (KY) semptomlarının erken teşhisi, hastanın tedaviye uyumu ve rehabilitasyonu gibi hastalığın seyrini olumlu etkileyebilecektele-sağlık girişimlerinin etkinliğini incelemektir.

Yöntem: Bu sistematik derlemede, PubMed, Cochrane, Science Direct, Web of Science, ProQuest Central ve Google Scholar veri tabanları “Kalp yetmezliği” ve “Tele-sağlık” anahtar kelimeleri kullanılarak taranmıştır. Taramalar sonunda, İngilizce dilinde, Ocak 2011 ve sonrasında yayınlanmış, tam metnine ulaşılan, dahil edilme kriterlerine uyan 16 randomize kontrollü çalışma araştırma kapsamına alınmıştır. Çalışmaların kalite değerlendirmeleri Joanna Briggs Enstitüsü tarafından oluşturulmuş randomize kontrollü çalışmalar için kontrol listesi; yanlılık değerlendirmeleri ise Cochrane grubunun tasarlamış olduğu “Randomize çalışmalar için revize edilmiş Cochrane yanlılık riski aracı (RoB 2)” kullanılarak yapılmıştır.

Bulgular: Tele-sağlık girişimleri olarak telefon, bio-veri transfer cihazları, web, sesli/görüntülü konferanslar kullanılmış ve tele-sağlık uygulamalarının genel sağlık durumu, fizyolojik kapasite, öz bakım, öz yeterlilik, yaşam kalitesi, bilgi düzeyi, motivasyon, tedavi uyumu gibi olumlu sağlık çıktıları verebileceği görülmüştür. Yine benzer şekilde anında bio-veri transferi ve geri bildirim sistemleri sayesinde klinik kötüleşme riskleri erken dönemde tespit edilerek KY sebepli hastaneye yatışların azaltılabileceği gösterilmiştir.

Sonuç: KY tanılı evde bakım hastalarında tele-sağlık uygulamaları planlarken telefon görüşmelerinin (yapılandırılmış ya da direkt) girişime entegre edilmesi, kırsal ve uzak yerleri takip etmek açısından özellikle telefon tabanlı girişimlerin planlanması, ileride yapılacak çalışmalarda
sağlık ve teknoloji okur-yazarlığının göz önünde bulundurulması, takip süresi ve periyotları için bir standarda uyulması ya da bunun için ayrıca çalışma yapılması önerilir.
Objective: The aim of this systematic review is to determine effectiveness of telehealth interventions that can positively affect the course of the disease, such as early diagnosis of heart failure symptoms, patient compliance, and rehabilitation.

Methods: PubMed, Cochrane, Science Direct, Web of Science, ProQuest Central, and Google Scholar databases were searched using the keywords “Heart failure” and “Telehealth.” A toal of 16 randomized controlled studies that met the inclusion criteria, published in English language, January 2011 and later, were included in this systematic study. For quality assessments, checklists for “Randomized Controlled Studies created by the Joanna Briggs Institute” and in bias assessments, “A revised Cochrane risk-of-bias tool for randomized trials” designed
by the Cochrane group were used.

Results: Telephone, bio-data transfer devices, web, and audio/video conferences were used as telehealth interventions. It had been seen thatv telehealth interventions could give positive health outcomes such as general health status, physiological capacity, self-care, self-efficacy,
quality of life, knowledge level, motivation, and treatment compliance. Similarly, it had been shown that heart failure-related hospitalizations can be reduced by detecting the risks of clinical worsening at an early stage with immediate bio-data transfer and feedback systems.

Conclusion: We recommend integrating telephone calls (structured/direct) into the intervention when planning telehealth interventions in home care patients with heart failure, planning especially telephone-based initiatives to monitor rural and remote areas, health and technology
literacy should be considered in future studies, and a standard should be be followed in terms of follow-up time and frequency, or a separate study should be done for this.

DERLEME
8.
Bir Akut Miyokard İnfarktüsü Hastasında Acil Bakım Yönetimi: Hemşirelikte Simülasyon Senaryo Tasarım Örneği
Emergency Care Management in an Acute Myocardial Infarction Patient: Simulation Scenario Design Example in Nursing
Gizem Arslan, Yasemin Tokem, Derya Uzelli Yılmaz
doi: 10.5543/khd.2022.213762  Sayfalar 110 - 119
Akut miyokard infarktüsü; son on yılda dünya çapında morbidite ve mortalitenin önde gelen bir nedeni olmaya devam etmektedir. Hemşireler, akut miyokard infarktüsünün komplikasyonlarının ana özellikleri ve zamanlaması hakkında bilgi sahibi olmalı ve etkili müdahalelerde
bulunabilmelidir. Bu kapsamda gerçekleştirilen müdahaleler, deneyerek öğrenilmesi mümkün olmayan ve gerçek hastada eğitimin zor olduğu durumlardır. Akut miyokard infarktüsü hastasının yönetiminin öğretilmesinde simülasyon uygulamalarının kullanımı güvenli öğrenme
ortamı sağlayan etkin yöntemlerden birisidir. Bu kapsamda simülasyon ortamları yaratarak gerçeğe en yakın şekilde uygulamalar yapılarak hatalar önlenebilir, daha güvenli ve verimli eğitim verilebilir. Bu nedenle öğrenci düzeylerine göre çeşitli senaryoların planlanması ve bu
senaryoların eğitimde kullanılması önerilmektedir.

Bu çalışmada The International Nursing Association for Clinical Simulation and Learning (INACSL) En İyi Uygulama Standartları esas alınarak doktora öğrencilerinde acil serviste izlenen akut miyokard infarktüsü tanılı hastaların yönetimine yönelik bir simülasyon tasarım örneğinin paylaşılması amaçlanmıştır. Simülasyonun hemşirelik eğitiminin öğretme-öğrenme ortamlarına her geçen gün daha fazla dahil edilmesinden dolayı, simülasyon tasarım özelliklerini özetleyen bir simülasyon çerçevesi, eğitimcilerin sınıfa veya klinik hemşirelik uygulamasına dahil edilebilecek kaliteli simülasyonlar geliştirmelerine yardımcı olacaktır.
Acute myocardial infarction remains a leading cause of morbidity and mortality worldwide over the past decade. Nurses should be knowledgeable about the main features and timing of complications of acute myocardial infarction and be able to intervene effectively. Interventions carried out in this context are situations where it is not possible to learn by experience and where education is difficult in real patients. The use of simulation applications in teaching the management of acute myocardial infarction patients is one of the effective methods that provide a safe learning environment. In this context, by creating simulation environments, mistakes can be prevented and more secure and efficient training can be provided by making applications as close to reality as possible. For this reason, it is recommended to plan various scenarios according to student levels and to use these scenarios in education.

In this study, it is aimed to share a simulation design example for the management of patients with acute myocardial infarction followed in the emergency department, based on The International Nursing Association for Clinical Simulation and Learning Best Practice Standards. As the simulation is increasingly being incorporated into nursing education teaching-learning environments, a simulation framework that outlines simulation design features will help educators develop quality simulations that can be incorporated into classroom or clinical nursing practice.

OLGU SUNUMU
9.
Erken Yaşta Akut Miyokard İnfarktüsü Geçiren Bir Hastanın Hemşirelik Bakımında Roy Adaptasyon Modelinin Kullanımı
Use of the Roy Adaptation Model in Nursing Care of a Patient Who Had Acute Myocardial İnfarction at an Early Age
Elif Demir, Meryem Türkoğlu
doi: 10.5543/khd.2022.88597  Sayfalar 120 - 124
Roy Adaptasyon Modeli, son yıllarda hemşirelik bakımında sık kullanılan hemşirelik modellerinden biridir. Bireylerin, ailelerin ve grupların adaptasyon gereksinimlerini belirlemeye yardımcı olmakla birlikte, insanın adaptif sisteminde ve çevrede meydana gelen değişimlere odaklanmaktadır. Akut miyokard infarktüsü geçiren hastalarda ilaç kullanımı, diyet, egzersiz, yaşam şekli değişikliği yapma gereği hastalığa uyumu zorlaştırmaktadır. Roy Adaptasyon Modeli bireyi fizyolojik, psikolojik ve sosyal alanlarda bir bütün olarak ele aldığından özellikle erken yaşta Akut miyokard infarktüsü geçiren hastalar için kullanımı uygun olabilir. Bu olgu sunumunda Roy Adaptasyon Modeli’ne dayalı hemşirelik bakımı uygulanan 26 yaşında akut miyokard infarktüsü geçirmiş bir vaka incelenmiştir.
Roy Adaptation Model is one of the frequently used nursing models in nursing care in recent years. While helping to identify the adaptation needs of individuals, families, and groups, it focuses on changes in the human adaptive system and environment. In patients with acute myocardial infarction, medication use, diet, exercise, and the need to make lifestyle changes make it difficult to adapt to the disease. Since Roy Adaptation Model deals with the individual in physiological, psychological, and social fields as a whole, it may be suitable for patients with acute myocardial infarction at an early age. In this case report, a 26-year-old case with acute myocardial infarction who was applied Roy Adaptation Model-based nursing care was examined.

Hızlı Arama

Copyright © 2024 Kardiyovasküler Hemşirelik Dergisi